31 Mart 2014 Pazartesi

2014 Yerel Seçim Süreci

Merhaba canlar.

Dün Oy ve Ötesi sayesinde sandık müşahitliği yaptım. Tüm gün boyunca görevli olduğum sandıkta süreci gözlemledim ve seçim bittiğinde sayımda yer aldım. Sizinle gözlemlediğim iyi ve kötü noktaları paylaşmak istiyorum.

Çare LDP! :)
Öncelikle sabah 6:30'da görevli olduğumuz okula vardığımızda inanılmaz gergin bir ortam vardı. Önceden aldığımız duyumlara istinaden kendimizi görevli olduğumuz parti görevlisi olarak tanıttık. Oy ve Ötesi sayesinde geldiğimizi söylersek arbede çıkacağını biliyorduk. Zaten hepimiz partilerin atadığı resmi müşahitlerdik. Okul bahçesinde ekibimizle buluştuğumuzda diğer gruplaşmalar (diğer partililer) birbirini kesiyor ve birbirlerine pis pis bakıyorlardı. Önceden seçim olduğunda kimse önemsemezdi. Şimdi ise seçime değil de savaş gidiyor havasındaydı herkes.

Parti kartlarımızı aldıktan sonra görevlendirildiğimiz sandıklara yöneldik. Okul sorumlumuz ve okul avukatımızın telefon numaralarını edindik. Kanun dışı bir durum söz konusu olduğunda kendileriyle iletişim kuracaktık ki gün içerisinde de buna ihtiyacımız oldu.

Öncelikle sandıkta beni kabul etmediler ve sandık başkanı beni içeri almak istemedi. Diğer sandıklarda çoğunlukla böyle bir sorun yaşanmadı. Ama bizim sandık başkanı liste dışında resmi olmayan görevlileri alamayacağını, okul sorumlusuna sormamız gerektiğini söyledi. Bu yüzden 7:00'de göreve başlayan sandıkta 08:00'de göreve başlayabildim. Okul sorumlusunu bulamadık fakat avukatımızla beraber her partinin gözlemci olarak müşahit atama hakkı olduğunu ve bizi kabul etmezse tutanak tutması gerektiğini anlattık ve ikna ettik. "O zaman işimize mani olmadan burada oturabilir" dedi. Sandık başkanının bunu kasıtlı olarak değil de müşahitliğin ne olduğunu bilmediği için yaptığına inanıyorum. Çünkü gün boyunca gayet adil olarak görevini gerçekleştirdi ve oldukça şeffaf bir seçim süreci yaşandı.

Görevlere beni de dahil etti, yardım istedi. Oy kullanamayan, bilmeyen, engelli, gözü görmeyen vatandaşlarımıza kabine girerek yardım etmek durumunda kaldık ve her seferinde benden yanında gitmemi istedi. Vatandaşa hangi partiye oy atacağını sordu ve bana da göstererek dediği partiye damga vurdu. "Yanlış yaparsam beni uyarabilirsiniz, hepimiz yoğun bir gün geçiriyoruz, illa ki gözden kaçıracağımız şeyler olacaktır. Bugünü hatasız bitirmeye çalışalım" dedi.

Öncelikle fark ettiğim partiler arası iletişimin hem çok kötü olduğu hem de CHP'nin organizasyon konusunda büyük sıkıntıları olduğuydu. Sandık başkanı benimle diyaloğa geçerken veya yardım isterken CHP'nin sandık görevlisi bana sürekli şüpheyle baktı ve kabine yardım için girdiğimde hemen yanıma gelerek beni çıkartmaya çalıştı ve sen giremezsin buraya diyerek saçma sapan söylemlerde bulundu. Müşahitlik nedir haberleri yoktu hiçbirinin ve bizi her şeye itiraz etmek için kurulu gelmiş olarak düşündüler.

Sandık başkanımız kesinlikle panik atak bir insandı. Sabah da beni kabul etmemesinin sebebi buydu. Adam kalabalık olsun bir sıkıntı çıksın çıldırdı gün boyu. Bağırdı çağırdı. Sürekli söylediği "seri olalım, seri hareket edelim" diyerek dolaştı. O yüzden kendisine bundan sonra Seri Bey diye hitap edeceğim :)

Sandıkta oy kullananların %80'i yaşlı insanlardı. Genç seçmen görmedim bile. Hepsi işçi emeklisi, köyünden çıkıp İstanbul'a gelmiş insanlardı. Yani partilerin kimlere hitap ettiğini anlaması lazım bu süreçte. CHP'nin organizasyon eksikliğini çok ciddi hissettim bu süreçte. Çünkü CHP asla bu insanlara hitap etmiyor. CHP sana bana yani okuyan gören insanlara hitap ediyor. Ama köylüsüne hitap etmiyor.

Mitingleri düşünün mesela. CHP'nin tek yaptığı 17 Aralık sürecinden konuşup AKP'ye saldırmak oldu. Ama köylüsü aç mı tok mu, bu insanlar ne ister diye sormadı. İnterneti yasakladınız dedi, Twitter'ı kapattınız dedi. Yani yine bize hitap etti. Evet, biz özgürlüğümüzün kısıtlanmasından şikayetçiyiz. 22:00'den sonra içki alamamaktan şikayetçiyiz. Emek Sineması kapatıldığı için şikayetçiyiz. Ama AKP seçmeni bu saydığım özgürlüklerin hiçbirine sahip değil ki. Adam köyde çocuğunu okutmaya çalışıyor. Adam Kurban Bayramında hayvan alabilecek miyim diye parayı düşünüyor. Adam cahil ve aç arkadaşlar. Ona ne bizim içkimizden, bizim tiyatromuzdan. Adam yaşamaya çalışıyor. Evet bizim özgürlüklerimiz kısıtlanıyor ama o adamın bu özgürlükleri hiç olmamış ki. Bizim için sokaklara çıkmasını bekleyemeyiz.

Çünkü o adam televizyonu açtığında ne olursa olsun konuşabilen, güçlü duran bir adam görüyor. Tayyip Erdoğan hırsız ve diktatör ama hitabı güçlü. Medya elinde. Sadece televizyon (yandaş medyanın olduğu) izlediğinizi düşünün. Vizyonunuz ne kadar genişlerdi? SIFIR! O yüzden halkımıza gerizekalı demekle bunun çözümü olamaz. Partiler ya Tayyip gibi onların seviyesinde konuşacak, ya da bu insanları eğitmek için çaba sarf edecek.

Atatürk'ün ne güzel bir sözü vardır. "Köylü milletin efendisidir." der. Çünkü Atatürk ihtilal zamanı biliyordu ki elinde olanlar sadece köylü ve cahil vatandaşlar. Onları yüceltmeden hiçbir şey yapılamayacağını biliyordu. Şeriat isteyen, halifeliği öven bu milleti böyle can evinden vurdu. Ama CHP hep ardına saklandığı Atatürk gibi olmadıkça sosyete partisi olmaya devam edecek. Sadece Bağdat Caddesindeki fönlü saçlarıyla Türk bayrağı sallayan teyzelerin ve bizim gibi oy atacak başka parti bulamadığı için mecburiyetten CHP'ye oy veren insanların oyunu alabilecek. Azınlık olduğumuzu söylemeye gerek bile yok. Sandık sonuçlarından görebilirsiniz.

Şimdi diyebilirsiniz ki oy çalıyorlar, sonuçlar doğru değil. Evet inanıyorum ki bazı bölgelerde şaibeli oylar vardı. Ama bizim sandığımızdan açık ara AKP çıktı. Hem de 153'e 95 oy gibi bir fark ile. Oy pusulaların hepsi saat 17:00'den sonra vatandaşların da gözü önünde sayıldı. Sayılardaki yanlış hesaplamalara müdahale edildi. Oylar mühürlendi, çuvallara yerleştirildi. Şaibeli bir durum söz konusu değildi. Ama diğer arkadaşlarımızın durduğu sandıklarda bir takım sıkıntılar oldu.

Bence bu durumu en iyi özetleyen yaşadığım şu olay. Bir teyze geldi, oy atacak. "Benim gözüm görmez siz yardımcı olun."dedi. Daha sonra da kabine girdiğimizde "Hangisine oy atayım? Siz söyleyin." dedi. Biz de "Tabii ki CHP'ye ver" dedik. ŞAKA LAN ŞAKA! Tabii ki "Biz karışamayız, sizin söylemeniz gerekiyor" dedik. Biraz düşündü sonra da şunları dedi; "O zaman Tayyip'e vereyim. Sevmiyoruz ama yine de veriyoruz. Ne yapalım?" dedi. Durum bu kadar basit işte. O teyze Tayyip'i sevmese de başka oy verilecek birini bilmiyor. Onu duyuyor, onu görüyor. "Ona verelim" bari diyor.

Seçim konusunda da oldukça gerideyiz. Çünkü çok karışık bir sistem vardı. Üç tane çarşaf çarşaf oy pusulaları, iki sandık, bir sürü parti. Bu yoğunlukta seçmenin de kafası karışıyor. Orada görevli olan insanların da. Hepimiz sabah saatin 05:00'inde kalkmış insanlardık ve gece 12:00'ye kadar bir sürü pusula saymak durumunda kaldık. Her şeyi tek tek incelememiz ve hata yapmamamız gerekiyordu. Bilinçli olarak yapılan olayları kastetmiyorum ama kim olursa olsun bu yoğun günde hata yapabilir. Sinirleri gerilip birilerine bağırabilir.

Örneğim bizim pusulalarda 5 AKP oyu parti ambleminin üzerine basılmıştı. Avukatımız da bu duruma itiraz etti. "Yuvarlağı geçmemesi gerekiyor" dedi ve bir anda ortalık karıştı. Seçim kurulundan olanlardan biri "İtiraz etme de işimizi hemen yapıp çıkalım" dedi. Adam yorulmuş, doğru yanlış olmadan işimizi yapalım da gidelim kafasında. Daha sonra genelgeyi araştırdık ve sütun içindeki mührün kabul edileceğini öğrendik. Sayım sonunda biz giderken de sandık başkanı ve atarlanan sandık görevlisi özür diledi, biz de doğrusunu istediğimizi herkesin ülkesi için iyisini istediğini söyledi.

Böyle manüel bir sistem yaptığım sürece zaten bir sürü hata çıkacaktır. Bunu neden bir sisteme oturtulamıyor anlamıyorum. Bir program üzerinden çok rahatlıkla yapılabilir seçimler. Giriş yaparsın TC kimlik numaran ile. Oy verirsin, direkt veriler yüklenir sisteme ve website üzerinden de takip edersin. O zaman sahte oylar da çıkmaz, ikametgah değiştiremediği için oy kullanamayan vatandaş da olmaz. Tabii bunlar çok ütopik şeyler farkındayım. Geri kalmış bir ülkede bu sistem de oturtulamaz veya onun da bug'ını bulurlar :)

Şaşırdığım şeyler de oldu. Herkes kendi parti çalışanına yemek getirdi, su getirdi sürekli. Sandıkta benden başka HDP'li bir müşahit daha vardı. Genelde terörist olarak görürüz bu insanları. Bana sormadan gidip partisinin getirdiği yemekten aldı, bana getirdi. Gitti çay ısmarladı. Yani insan olmak için bir partiye üye olmaya da gerek yok. CHP'nin görevlisi bana nasıl davranırken HDP'nin görevlisi nasıl davrandı? Bazı noktalarda kalıplarımızı kırmamız gerekiyor diye inanıyorum.

Akşam sayımdan sonra tutanakların fotoğraflarını aldık. Diğer sandıklarda hesaplamalar tutmadığı için tekrar tekrar sayım yapıldı. Ama bizimkinde bir sıkıntı yoktu. Eve geldiğimde inanılmaz yorgundum ama ortaya çıkan tablo beni hiç şaşırtmadı. Çünkü seçmenler kimdir gördüm ve CHP'nin ve diğer partilerin böyle giderse zaten kaybedeceğini anladım.

Ankara ve İstanbul'un bazı bölgelerinde oyların tutmadığını hala sayımların devam ettiğini biliyorum. Ülke genelinde bir sürü tutanak tutuldu. Örneğin; bizim okulda Alzheimer hastası bir vatandaşa oy kullandırmaya çalışmışlar. Buna itiraz edildi ve engel olundu. Bu ve bunun gibi bir sürü art niyetli olaylar yaşandı. Keşke iki büyük şehri alıp kalplerinden vursaydık AK Parti'yi. Ankara için hala umutluyuz. Ama İstanbul kaybedildi. Umarım genel seçimlere kadar halkı bilinçlendirmek adına doğru düzgün çalışmalar yapılır ve AKP seçmeni fethedilir. Çünkü biz arkadaşımıza, komşumuza anlatarak çok yavaş yol alıyoruz. Hoş hepimiz de bizim gibi düşünen insanlarla dolaşıyoruz. Bu yüzden bir arpa boyu yol alamıyoruz.

Son olarak da bize bu imkanı sağladığı için ve bizi her konuda desteklediği için Oy ve Ötesine ve Okul Sorumlumuz Kağan'a teşekkürü bir borç bilirim. Sizin gibi insanların olduğunu bilmek çok güzel! :)

27 Kasım 2013 Çarşamba

Boşluk Doldurma Sanatı

Sevmenin ne demek olduğunu ailede görmemiş bizler, hayatımızda onu aradık sürekli.. Bir yerlerde var olduğuna inandırdık kendimizi. Olmama ihtimalini düşünmedik ya da bunun korkusunu kendimiz bile fark etmeden delicesine bastırdık. Her şeyin çıkara bağlı olduğu bu dünyada en ufak bir sıcaklığa bile kandık. Çok basit dileklerimiz vardı oysa,sadece sevilmek istedik. Gözyaşlarımızı silecek birini istedik. Bunun çok güçlü bir duygu olduğuna ama çoğunun bunu bulamadığına inandırdık kendimizi. Rüyalarımızda bizi saran kollar, bir buseyle her şeyi unutturan gölgeler gördük. Heyecanla bu büyük günü beklemeye başladık. 

Bir yandan da büyüdük. Bu hayale yeni şeyler kattık,hiç yok etmedik onu aksine besledik büyüttük içimizde onu korkularımızla. Ne zaman sevgiyi yakalar gibi olup da onu kaçırsak doğru zaman olmadığını düşünüp tekrar kandırdık kendimizi. İçimizdeki sesin o bir yerlerde seni bekliyor yanıtını duyduk mutlu olduk yine. Ama geçen zamanla ne bu boşluğu biri doldurdu ne de göz yaşlarımızı silen oldu. İşte bu noktada ayrılamaya başladık birbirimizden. Kimileri gerçeği anladı; sevgi boşluğumuzu doldurmak için beynimizde yarattığımız bir ütopyaydı. Kimileri de kendini kandırmaya devam etti;yanlış yerde yanlış kişilerle olduğunu,sevginin onu beklediğini düşündü.

Yetişkin olmaya başladığımız bu zamanlarda yaralarımızı sarmaktan o kadar yorulduk ki sevginin adını bile duymak istemedik,hayaller kurduk yine,çocuk olmak istedik,sevgiden bihaber sadece onu saf bir şekilde hayal ettiğimiz günleri özledik. Bir yerlerde ayrılsak da birbirimizden içimizde bir yerlerde onu istemek konusunda birleştik aslında. Yanlış kişilerle onu ararken sevgiyi bambaşka bir hale getirdik beynimizde. Onu öyle kusursuz bir tabloya koyduk ki gerçek sevgiyi bile beğenmez olduk artık. Hayalinle mutlu olur hale geldik. Yaşlanmaya başladığımızı hissettiğimiz an ilk bulduğumuz sevgiye tutunduk,kimilerimiz şanslı kimilerimiz talihsizdi oysa. Ama seçeneğimiz kalmadığını fark ettik. Hep kaçtığımız kötü sonlara benzedik ister istemez. Başladığımız yere geri döndük,tekrar çocuklaştık,boşuna kendimizi yıprattık..Ve son nefesimize kadar hayalimizdeki sevgiyle mutlu olduk.. 

20 Kasım 2013 Çarşamba

Bir İnterrail Günlüğü

Selam canlar. Avrupa'nın çeşitli yerlerinde öğrenciler olarak dört kişi Noelde tatili fırsat bilerek on günlük interrail yaptık. Bu süreçte de ileride faideli olur diyerek bir günlük tuttum. Sizinle paylaşmak istiyordum ama ancak vakit bulabildim. Hem belki bizim gittiğimiz şehirlerden birine giderseniz fikir olur veya interrail için de yardımcı olur diye düşünüyorum. Öncelikle biz on günlük beş gün flexi günü olan interrail bileti aldık. Fiyatı bu sene 175€ idi. Yani bu biletle on gün içinde sadece beş gün trene binebiliyorsun ve her seferinde tarihlerini işliyorsun. Zaten kısa bir seyahat düşünüyorsanız bu bence çok ideal. Biz Barcelona'dan Milan'a uçakla geçerek interraile oradan başladık. Rotamız ise şu idi; Milan - Viyana - Berlin - Amsterdam - Paris ve Barcelona. Yazının burasından sonra günlüğümü paylaşacağım. Tek tek anlatmaya kalksam roman olur, kısa özet en iyisi :)

22/10/2012
Barcelona - 09:00

An itibariyle Milan'dan interrailimize başlamak için uçağa bindik. İlk amaç; indikten sonra bulduğumuz ilk pizzacıya oturmak. Haydi selametle.
Hava:
Barcelona: Ilık
Milan: Allah kerim (Sonradan gelen edit: -3 Derece)

Milan - 12:50

Şu anda Milan Havaalanından tren istasyonuna gitmek üzere trene bindik. Hayatımın en teknolojik tuvaletini gördüm. Avrupanın trenlerinde gayet rahat yaşanır. Erkekler ipad oyun turnuvasında.

Milan - 16:48

Luini'de yemek yenildi. En ucuz yer denilmesine rağmen karnımız doydu denilemez. Milan'a gelmeyin gençler. Cidden hem çok pahalı, hem de görülecek bir şey yok. Kazara yolunuz düşer aç kalırsanız, Luini katedralin olduğu meydanın arka sokağında bir fırıncı. Ayakta alıp yiyorsun hemen. Şu anda Mc Donaldsta 21:35 yataklı trenimizi bekliyoruz. Kişi başı fark 39€ ödedik. Viyana'yı iple çekiyorum. Çok uykusuzuz...

Üşüyoruz reis!


23/12/2012
Viyana - 08:30

Merhaba gençlik. Şu anda trenimiz Viyana'ya girmiş bulunuyor. Tren yolculuğu, özellikle kuşet olayı çok güzel. Ayrı bir kültürü var. Onca yorgunluğun üstüne de hayatımızın en güzel uykusunu çektik. Viyana'da önceliğimiz hostel bulup tren rezervasyonumuzu yapmak. Sonrası yine bilinmezlik.

24/12/2012
Viyana - 00:05

Bugün 0 derecede Viyana'yı dolaştık. Hostelimiz Wombat Hostel. Çok güzel ve kaliteli bir yer. Günlük 15€. Bugün aşırı yağmur vardı ve donma tehlikesi geçirdik :) Adım attın Türke rastlayabiliyorsun. Aylar sonra ayran döner, üstüne çay sigara yaptık. Yazarken gözlerim doluyor. Sisi'nin sarayına gittik. Benim ayakkabılar suyla dolduğu için saray bahçesinin bir kısmını görmedim. 

Ama Savaş karın verdiği mutlulukla kendinden geçti. Dönerimizi Hünkar diye bir yerde yedik. Sahibiyle falan muhabbet ettik. Adam oraya gideli 22 sene olmuş, bir ton hikaye. Buraya yazmak sıkıntı. Burada 23 bölge varmış. Hepsi de 1. Viyana, 2. Viyana şeklinde gidiyor. Mesela bizim hostel 15. Viyana, 10. Viyana türklerin kaldığı bölgeymiş. Şehir merkezine de uğradık ama pazar günü olduğu için çoğu yer kapalıydı. Ayrıca saat 15:30'da hava karardı yahu! Yarın saat 22:30 treniyle Berlin'e geçiyoruz. 20€ fark ödedik. Gutenacht!

25/12/2012
Çek Cumhuriyeti - 1:10

Merhaba, merhaba.

Kahvaltıyı hostelde yaptık. Kaldığımız hostelin kahvaltısı çok iyi! Açık büfe ve sadece 3.80€.Bugün Viyana'da önce merkezi gezdik. Noel nedeniyle dükkanlar indirime girmişti. Bir kaç mağaza dolaştık. Daha sonra yürüyerek Museumquarter denilen alana gittik ve parlamento binasına geçtik. Her zamanki gibi öğle yemeği Mc Donald's'ta yenildi. 

Dün aşırı yağış olmasına rağmen bugün hava daha iyiydi. O yüzden öğleden sonra Viyana'nın Amusement Park'ına uğradık. Gokarta bindik, sadece çünkü hava oyuncaklara binmek için çok soğuktu! Çoğunlukla başı boş gezindik çünkü trenimize kadar çok vaktimiz vardı ve Viyana'da yapılacak pek bir şey yok. Akşam eşyaları hostelden alıp gara geçtik.

Bu tren diğerine göre çok daha iyi. Kondüktör gelip "Sabah ne içersiniz?" diye sordu. Düşünsene!!! :) Mutluluktan koridorda horon tepecektik. Yarın gözlerimizi Berlin'de açacağız ve Interrail'imizin 3. ayağı başlamış olacak.

Kompartıman iyi olsa ne olacak? Tipimize bak.


Yararlı notlar: Viyana'da magnetler 4.50€'dan başlıyor. Bu yüzden iki centimizi uğur parasına çevirdik. Metronun U2 hattı her yere gidiyor. Wien Meinling'teki Pasha Döner çalışanları çok hoş sohbet. Mutlaka bir dönerlerini yiyin! Ayrıca Noel nedeniyle kaldığımız hostelde Free Drink ikramı yapıldı. Kate adında Avustralyalı bir İstanbul aşığını da Facebook'uma kattım bu gece.

Adeu!

25/12/2012
Berlin - 14:54

Gutentag! Şu anda Berlin'de yağmurdan kaçmak için girdiğimiz Subway'deyiz. Sabah Berlin'e varır varmaz yarın akşam için Amsterdam saat 00:30 trenine 29€'ya rezervasyon yaptık. Tüm gün kullanabileceğimiz gruplar için olan toplu taşıma kartı aldık. 3 - 5 kişi kullanabiliyor ve 15 €. Daha sonra hostele gelip yerleştik. Viyana'da kaldığımız hostelin Berlin şubesi varmış. Bu hostel rezervasyonumuzu Viyana'dayken yapmıştık. Aynı şekilde Berlin Wombat da kişi başı 15 €. Hostel, Fernsehtunm'da, yani Televizyon Binasının orada. Metronun U2 hattıyla Alexandrplatz'a geldik, daha sonra yürüyerek Brandenburg Gate'e geldik. Parlamento Binası'na girecektik ama yarına kaldı. Çünkü giriş ücretsiz olsa da online rezervasyon istiyorlar. Brandenburg'un hemen yanında Memorial of Jews of Europe'a uğradık. Şimdi ise dinlenmece...

26/12/2012
Berlin - 11:25

Wombat'tan çıkışı yaptık şu anda. Lobide takılıyoruz. Dün daha sonra Filmmuseum'a uğradık ama kapalıydı. Giriş 7€ imiş. Noel nedeniyle müzenin hemen yanında Cristmasmarkt vardı. Avrupa'da hemen her şehirde noel zamanı kurdukları Cristmasmarkt'ları ziyaret edebilir, noele has eşyalar, yiyecekler satın alabilirsiniz. Hiç bir şey almasanız bile sıcak şaraplarından tatmanız yeterli olacaktır. 



Berlin'deki Cristmasmarkt'a kar tepesi kurmuşlar. Bota biniyorsun seni tepeden salıyorlar. 4 kişi 5€ vererek bu saçmalığı da yaptık :) 



Bir sonraki durağımız Charlie Checkpoint'ti. Burası eski Berlin Duvarının C Kapısının bulunduğu yer. Savaş zamanı C harfı Charlie diye kodlandığı için (A, Adana gibi) şu anki ismi Charlie Checkpoint. Bazı yerlerde kalıntıları kalsa da duvar artık belli bile değil. Duvarın kalan parçalarını da dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ressamlar boyamışlar, salıvermişler şehre. Berlin'de müzeye gitmeseniz bile açık hava sanat galerisinde gibisiniz yani. 

Berlin Duvarının en büyük parçası East Side Gallery. Duvar boyunca farklı ülkelerden gelmiş 105 ressamın eserlerini görebiliyorsunuz. Orayı bu akşam ziyaret edeceğiz. Dün bir yığın insanla tanıştık. Charlie Checkpoint'te duran bir dürümcüyle kankaya bağladık. Kendisi mühendislik okumuş ama ailesinin işini devam ettiriyormuş. Almanya'daki Türklere kendilerini geliştirmedikleri için bir ton kızdı. Türkiye'den gelen insanlara yaşlı gözlerle bakıyor hepsi. Hiç ait olamadıkları bir ülkede yaşayan ve hiç ait olamayacakları bir ülkeye özlem duyan insanlar onlar...

Geceyi bol alkollü bitirdik. Gecenin özeti: 24 bira, 2 şişe şarap ve 1,5 saatlik bir video :)

26/12/2012
Berlin - 21:15

Merhaba yine, yeniden...

Bugün öncelikle Alman Parlamentosuna gitik. Zaten giriş ücretsiz. Rezervasyonda seçtiğiniz saate göre sizi alıyorlar. 40 kişilik gruplar halinde de içeri giriyorsunuz. Cam kubbenin olduğu yerde ücretsiz auto guide alıyorsunuz. Avrupa'da Türkçe auto guide olan yegane yerdir. Burada sizi muazzam bir modern yapı ve Berlin'in manzarası karşılıyor. Ziyaret ortalama yarım saat sürdü.

Öğle yemeğimizi Subway'de yiyerek Topographie des Terrors'e gittik. Burası Nazi Almanyası'nın yönetim binasının olduğu yer. Eski bina kalmamış olsa da yerine belgelerle Nazi Yönetiminin ilk gününden, son gününe kadar, özel fotoğraflarla gözler önüne serilmiş. Giriş ücretsiz. Kan dondurucu bir yer. Burada hem çok acı bir tarih sizi etkiliyor, hem de almanların bunu kabullenecek kadar erdemli olmaları... Daha sonra East Side Gallery'e geçtik. 105 ressamın Berlin Duvarına işlediği eserleri gördük. Çok etkileyiciydi. Fakat burası şehir merkezinden oldukça uzakta. Metronun U1 hattıyla ulaşabilirsiniz. 


Aylardır türk yemeği yememiş bir grup genç olarak Klein İstanbul dedikleri neredeyse sadece Türklerin yaşadığı Kreuzberg'e gittik. Semtten içeri girerken türkçe yazıyla "Kreuzberg'e Hoş Geldiniz" yazısını görebilirsiniz. Adımınızı attığınız anda kesinlikle Türkiye'de gibisiniz. Berlin'le alakası yok. Tabii sizi Kadıköy, Moda karşılamıyor. Daha çok Avcılar'a gelmiş gibi oluyorsunuz :) Tanıştığımız her türkün söylediği "Vatanımız gibisi yok". Ama dönmeye de niyetleri yok. "Dönsek Türkiye'de ne yapacağız?" diyorlar ki haklılar. Türkler ama ne işleri ne de evleri var burada. Ama hiç birinin kendini geliştirmeye niyeti de yok. Bizden çok daha düşük standartlarda yaşıyorlar. Üstelik imkanları olmasına rağmen! 

Neyse sonuç olarak biz tüm türk yemeklerini combo halinde yedik; işkembe çorbası, pide, içli köfte, çiğ köfte ve üstüne çay. Bir de tren simitsiz olmaz dedik, yolluk yaptık :)

Ama ne çayı ne pidesi Türkiye'deki gibi değil. (Kendileri her ne kadar bizdeki daha iyi dese de.) Her şeye bir gurbetlik hali sinmiş. Şimdilik hostelde zaman öldürüyoruz. Gece yola çıkıp yarın sabah 10:00'da Amsterdam'a varacağız. Gerisi SÜPER OT KAFASI! Yihhu!

28/12/2012
Amiens - 21:55

Amsterdam'da kendimize reset attığımız için ancak yazabiliyorum :) Amsterdam'ı çok beğendim. Bence erasmus yapmak için süper bir şehir. Resmen özgürlükler ülkesi. Sabah vardığımızda gardaki Tourist Information'dan bilgi aldık. Otelimiz Tulip Inn idi. Ama merkeze oldukça uzaktı.

Amsterdam'dan önce metrolara hep kaçak binmiştik. Çünkü turnike bile yok metrolarda. Ama Amsterdam'da bu imkansız. Çünkü her yerde görevli var. Tramvayın içinde bile özel yerinde oturan bir teyze vardı. 48 saatlik bilet 12 €. Her taşıtta kullanabiliyorsunuz. Biz de ondan aldık. 

Her şey hakkında müze var Amsterdam'da. Marihuana Müzesi, Lale Müzesi, Mücevher Müzesi, Sex Museum, Van Gogh Müzesi gibi yerleri saymazsak çok görülecek ziyaret edilecek bir yer yok. Van Gogh Müzesine giriş 14€. Interrailciler için pahalı olduğu için biz gitmedik. 



Bu bölüm beylere geliyor. Garın sağ tarafı olduğu gibi Red Light District. Coffeeshop'lar da hem bu bölgede hem de diğer yerlerde var. Zaten bir yerde ağır bir koku (ot kokusu) duyduysanız bakının etrafa, coffeeshop'ı görürsünüz.

Önce şehri gezdik. Bu arada Viyana en pahalı şehirdi bence. Amsterdam ve Berlin çok daha uygun. Amsterdam kanallardan oluşan bir kent. Şehrin gece görüntüsü muazzam bu yüzden. Ayrıca bu sene Light Fest diye bir organizasyona başlamışlar. Şehrin her yeri ışıklandırılmıştı.



Meşhur Iamsterdam yazısının oraya gittik. Bu yazı Van Gogh Müzesinin orada. Tramvayla gidiliyor. Daha sonra meşhur Red Light'a uğradık. İşte pencerelerde kadınlar oynuyorlar falan. Yanımızda bir çocuk fiyat sordu. 60€ imiş. Müşterisi olanların perdesi kapalı oluyor. Olay bu! Bir şehir düşün, fahişesi meşhur. Amsterdam'ın durumu :) Daha sonra küçük bir manastırın karşısındaki bir coffeeshop'a girdik. 0.9 gram orta sertlikte bir marihuana 8€. Gerisini aşağıdaki fotoğrafla anlatmam uygundur.


Amsterdam ile Paris çok yakın olduğu için gece treni yoktu. Sabah treni de hızlı tren olduğu için fark olarak kişi başı 45€ ödememiz gerekiyordu. Bu yüzden para vermemek için 5 aktarma yaparak gündüz gidelim dedik. 13:00'de şehirden ayrıldık. Eğer tren bulamıyorsanız yapılabilir ama aktarma olayı riskli olabiliyor. Bizim bazı trenlerin arasında 2 dakika falan fark vardı ve garda alakasız bir perondan diğerine koşmamız gerekti. Şu anda son trenimize bindik. 23:30'da Paris'e varıp otelimize geçeceğiz. 2 gün de Paris'teyiz.

Bonsair!

02/01/2013
Barcelona - 22:11

Merhabalar! Sonunda interraili de bitirdik. Paris çok yoğun geçtiği için ancak yazabiliyorum. İlk gece hemen otele gittik. Sabah direkt gara gittik. Gece treniyle dönmeyi düşünüyorduk. Ama hızlı tren olduğu için 70 küsür € fark ödememizi istediler. Yılbaşı öncesi de olduğu için fiyatlar çok yüksekti. Biz de 31 Aralık sabah 07:00 trenine kişi başı 9 € farkla bilet aldık. İlk gün önce Arc de Tromphie'ye gittik. Daha sonra Şanzelize Cafenin adını aldığı Avenue des Champs-Élysées'ye gittik. Paris çok pahalı ama rüya gibi bir şehir. Kendinizi masalda gibi hissediyorsunuz.



Paris'te metro ağı çok geniş ve çok eski. Ayrıca hiç kontrol yok. Turnikelerden atladık hep :) Gare de Nord bölgesinde sadece zenciler var. Hiç güvenli bir bölge değil o yüzden. Ama biz dönerken Gare de Lyon'dan döndük mesela, gayet güvenliydi.

Daha sonra Eiffel Kulesine gittik. Ama gündüz kuleye çıkmak istemediğimiz için ertesi gün çıktık. Akşam şehrin ışıklarıyla daha keyifli olurdu. Akşam Notre Dame Katedralini ziyaret ettik. Paris'te her yerde inanılmaz sıra beklemeye hazır olun! Kadetrale giriş ücretsiz. Otele geçerken de yiyecek içecek stoğu yapıp geceyi bitirdik.

İkinci günü eşyaları otele bırakıp Louvre Müzesine geçtik. Normalde müzeye giriş 11€. Ama biz 25 yaş altı Avrupa öğrencisi olduğumuz için ücretsiz giriş yaptık. Bir sürü müzeye gitmiş biri olarak söylüyorum: Louvre devasa büyüklükte! 3 saatte gezdik ama son bölümleri zamanımız olmadığı için atlayarak gezdik. Rahatça gezmek için en azından komple bir gününüzü buraya ayırın. Zaten müze 3 ana bölümden oluşuyor. Hepsi de üç veya dört katlı. Meşhur Mona Lisa'yı da gördük ama önündeki güruhta sıra bekleyip maksimum 5 saniye yakından görebildik.

Resimdeki Mona Lisa'yı bulun.

Versailles Sarayını ziyaret etmek için gittik ama aşırı sıra vardı ve çok büyüktü. Bizim de vaktimiz yoktu. Giremeden döndük. Ama eminim orasını da gezmek bir gününüzü alır. Akşamüstü Mouline Rouge'a uğrayıp şaraplarımızı aldık ve Eiffel'e gittik. 


Kuleye çıkmadan şaraplarımızı içtik. Sonra çıktık. Fiyat olayı çok farklı kulede. Kule iki bölümden oluşuyor. Yarısını merdiven veya asansörle çıkabiliyorsun veya tamamını asansör veya merdivenle, olmadı yarısını merdiven yarısını asansörle çıkabiliyorsun. Ona göre de fiyatlar değişiyor. Buradan bakabilirsiniz fiyatlara. Biz yarısına kadar merdivenle çıktık ve kişi başı 3.5 € verdik. Kuledeki manzara inanılmaz güzel. 

Günün sonunda otelden eşyalarımızı alarak gara gidip sabahki trenimiz için garda sabahladık. DON-DUK! :) Ertesi sabah 15:00'de Barcelona'ya vardık. 

Genel olarak şunu söyleyebilirim ki interrail çok güzel bir fırsat. Bence fırsatınız varsa 22 günlük global pass olarak yapın. Kışın dışarda sabahlayamadığınız için konaklama sıkıntı olabiliyor. Bir aylık da çok uzun ve çilekeş olabilir. Kışın gezmemizin en büyük artısı Avrupa'nın beş büyük kentinde noeli yaşayabilmemizdi. Amacınız kısa zamanda çok yer görmek olduğu için nerede kaldığınıza veya ne yediğinize takılmayın. Lüks tatil isteyenler için bir sürü turlar var ;) Interrailde aç kalın, için, sarhoş olun, bilmediğiniz bir şehrin sokaklarında kaybolun. Güzel yemeği, konforlu yatağı her zaman bulursunuz. Ama, 10 veya 20 günde 5 - 10 ülke görmek her zaman önünüze çıkacak bir fırsat değil. Sonuçta bir sene çalışıp sadece bir hafta tatili bekleyen insanlarız. Paranız, vizeniz ve bir sırt çantanız varsa tüm bildiklerinizi evde bırakıp düşün yollara!

Yorulduk ama değdi.



5 Temmuz 2013 Cuma

Dilbilim ve Direniş



31 Mayıs olaylarında ve sonrasında kullanılan “orantısız zekâ” bir filolog olarak beni çok düşündürdü. (Bilimsel yazı değil, beni ciddiye alın diye söylüyorum.) Yazılan pankartlar, siyasilerin yaptığı mantıktan uzak olan konuşmalar, duvar yazıları ve sosyal medya ciddi anlamda bize bir dil kazandırdı. Şahsen ben de arkadaşlarımla konuşurken konuya uygun diren hashtag’i (örneğin #direndilbilim) yazmadan duramıyorum. Dil, doğan, yaşayan ve toplumlarla beraber ölen bir organizmadır. Her dilin ölü hale gelmesi aslında onu konuşan toplumun yani bir kültürün kaybedilmiş olmasıdır. Sözel ve yazınsal olarak kullandığımız dilimizin önemini 31 Mayıs’tan önce bu kadar da farkında değildik. Baskı altında bireylerin yaratıcılığının arttığını artık toplum olarak biliyoruz. Bu sadece Türkiye’ye has değil. Bunun örneğini tarih boyunca gözlemleyebilirsiniz. Örneklemek gerekirse buna en uygun akım İspanya’nın Franco Diktatörlüğündeki edebiyat sürecidir. Uygulanan ağır sansüre rağmen edebiyatçıların metaforu kullanmada ustalaşması bir tesadüf değildir. Aksine bu olası bir sonuçtur.
Türkiye’de yaşadığımız bu süreçte ise insanların şiddete şiddetle karşılık vermemek adına tepki verme yöntemi mizah olmuştur. Kaybettiğimiz gençlere, yaralanan onca arkadaşımıza rağmen bu durumumuza gülüp geçmemiz aslında iktidardaki partinin mizah anlamında yoksunluğudur. İnanıyorum ki hepimiz en kötü bir dönem Uykusuz, Penguen vesaire almış gençleriz. Bu mizah dergilerinin ne kadar ceza aldığının sayısını ben bile hatırlamıyorum. Toplumlar iktidarlarını zayıf noktalarından vururlar. Bu yüzden direnişin silahı mizah olmuştur. Sosyal medyada buna dair gördüğüm en güzel yorum şuydu: “İlerde çocuklarımız direnişin neden başarısız olduğunu sorduğunda cevabımız “Gülmekten” olacak.”
Gerçekten parkta, sosyal medyada gördüğümüz vahşet bir yana, verdiğimiz tepkilerle o kadar gülüp eğlendik ki belki de istediğini gülerek elde eden veya bu yüzden elde edemeyen tek toplum olacağız. Bu mizah duygusu o kadar içimize işledi ki üniversiteden mezun olan öğrenciler bile keplerini gaz maskeleriyle atar oldu. Elimizde de az malzeme yok tabii ki. Sağ olsun iktidar oldukça malzeme veriyor bize. Bunun dışında en ilginci yarattığımız ortak bilinç oldu. Her arkadaş grubunun bir geyik ortamı vardır. Yaşanmışlara bağlı olarak kimsenin anlamadığı espriler üretmiş ve buna saatlerce güldüğümüz çok olmuştur. Şimdi ise yaşadığımız durum, bir toplum olarak yaşanmışlıkla milyonların geyik konusu olması. Artık Ankara’ya gittiğinizde de aynı espriye gülecek insanlarımız var. Aman diyeyim abartıp AK Parti Gençlik Kollarında yapmayın bu esprileri tabii. :)
Peki, bu süreç boyunca dil anlamındaki kazanımlarımız neydi? Hangi deyimleri yarattık? Biliyorum, bunların bir kısmını zamanla kaybedeceğiz ve unutacağız. Ama bazıları baki kalacak ve çocuklarımıza devrim yaptık demesek de (ki devrimi savunmuyorum) bu deyimi dilimize bu olayla kattık ve ben de oradaydım diyeceğiz. Yaşadığımız ve gördüğümüz bu gerçeküstü, daha doğrusu tabir-i caizse şirinler ortamını gururla anlatacağız. Aç olanlara nasıl yemek dağıttığımızı, birbirimizi nasıl tedavi ettiğimizi anlatacağız. Sigara alma – verme olaylarını anlatmayalım ama iyi örnek olalım çocuklarımıza. :)
Şimdi kazandığımız o deyimlere gelelim. Öncelikle Twitter sayesinde her şeyin önüne # koyma alışkanlığını edindik. Facebook’un da artık etiketlemeyi destekliyor olması iki sosyal medya aracındaki ifadeleri, alakasız fotoğraflardaki yorumları bile değiştirdi. #direnhede, #direnhödö diye yazmaya başladık. Haber içerikli her iletinin altına “Kesin bilgi mi?” yazar olduk. Artık başımıza gelen her kötü durumda “Halkımıza nazar değdi” diyoruz. Parti anlayışımız değişti ve en sevdiğimiz şarkı Everyday I’m çapulling oldu. Son dönemlerde inşaat işçileri gibi dolaştığımızdan mütevellit maske, inşaat kaskı konusunda bir eğilim oluşturduğumuzu söyleyebiliriz. Dahası biber gazı tedavisinde kullandığımız Süt Limon Sirke adında yeni bir film içlemesi ile Semih Kaplanoğlu’na rakip bile olabiliriz. Toma artık bizim için ağaç sulayan belediye arabası, polis kelimesi ile aklımıza kötü şeylerin gelmesine sebep olan bir kavram.  Kırmızı ve Siyah Elbiseli Kız bizim için bir markanın reklam kampanyası değil, kadının gücünü simgeler oldu. Bir olayın saçmalığını anlatmak için artık “Karanlıktaki kedigözleri” dememiz yeterli. Matematiksel sorunu olan arkadaşlara kaç milyar ağaç dikildiğini hesaplatıyoruz. Çapulcu kelimesinin bir zamanlar başka anlamlara geldiğini ama bu anlamı TDK’de bulamayacağımızı artık biliyoruz. Penguenler bizim için sadece kuzey kutbunda yaşayan bir hayvan değil, yandaş medyanın simgelemiş hali, direnişin maskotu.
Biliyorum ki yukarıda verdiğim örnekler binde biri.  Daha bir sürü kazandığımız kavram ve deyim var. Ben kendi adıma hiçbir şey gerçekleştiremesek bile veya öyle düşünülse de aslında en zor olanı başardık. Bir dile yeni kelimeler kattık. Halkımızı ayrım yapmaksızın birleştirebildik. Adeta hepimiz bir Shakespeare gibi insanlarız benim gözümde. Son olarak da yolumuzu kaybetmemek adına kedigözlerini takip etmeliyiz. Tomasız günler dilerim!
Sıradaki şarkı bilmeyenler için geliyor: Shakespeare, 1700’den fazla kelime üretmiştir ve İngilizceyi zenginleşmiştir.

Boğaziçi Dilbilim Mezunları

1 Haziran 2013 Cumartesi

Uyan Türkiye

An itibariyle Taksim'den dönmüş bulunmaktayız. Şu an için Taksim Meydanında ve Gezi Parkında polis bulunmamakta. İnsanlarımız güzelce oturuyor, şarkısını söylüyor, oyun oynuyor ve omuz omuza yapılan bu polis şiddetine ve faşizme direniyor. Beşiktaş'ta polis saldırıları olduğunu okudum. Açıkçası biz o tarafa geçmediğimiz için kesin bir bilgim yok. Taksim'de hala kesif gaz kokusu devam etmekte. Girişte bizi bile rahatsız etti. Mobil internet kesinlikle çalışmıyor orada. Halk Tvnin orada olduğunu biliyorum fakat bizim olduğumuz yerlerde hiç bir medya kuruluşu yoktu! Fakat şunu önemle belirtiyorum; lütfen vandalizme yönelmeyelim. Sesimizi orada var olarak çoğalarak belli edelim.

Biz ayyaş olduk, biz örgüt olduk, biz kaymak tabaka olduk Tayyip'in gözünde. Ama şu anda Taksim'de olan şudur. Biz üç kişi gittik o bir milyona karıştık. Oradaki tüm halk çerkez, ermeni, sünni, alevi, sağcı, solcu, müslüman, hristiyan, yahudi, zengin, fakir, esnaf, memur, öğrenci. Ama en önemlisi oradaki herkes TÜRK. Türklük bir ırk değildir; türklük bu topraklarda omuz omuza kardeşçe yaşamaktır. Bunun en güzel kanıtı şu anda Taksimdeki direniştir. Bizi inançlarımızı alet ederek birbirimize düşürmeye çalıştılar. 10 senedir uyuduk. Ama şimdi UYAN TÜRKİYE. Geç değil. Biz on senedir sustuk, karşı görüşe inançlısına saygı duyduk. Ama iktidardan karşılığında ne gördük. YASAK YASAK YASAK! Çözüm bu mu?

Kapatın televizyonlarınızı. Sokaklara çıkın. Güvenilir arkadaşlarınızdan, sokağa çıkanlardan takip edin olayları. Haberlerde gösterilen sağı solu kıran insanlar, polise taş atan iki üç kişi. Bunlar doğru değil. Bu tepkinin büyümesinin sebebi sessiz sakin görüşünü bildiren insanlara yapılan bu acımasız saldırıdır.

Çevre otellerden direnişçilere büyük yardım var. Divan Otel, Hilton Otel, Point Otel lobilerini insanlarımıza açmışlar ve tuvalet su gibi konularda yardımcı oluyorlar. Bunun dışında yardım getiren başka direnişçilerde mevcut. Şu an için Taksim'e Harbiye girişine barikatlar kuruluyor. Yarın olası bir polis saldırısı için yollar kapanıyor.

Keşke imkanınız olsa, keşke herkes taksimde bir saat bile olsa, tek vücut tek yürek olsak. İmkanınız yoksa bile takip edin, tavır alın, susmayın.

Başbakan diyor ki; iki üç çete çıkmış. Biz çetelere eyvallah etmeyiz. Biz çete değiliz. Biz TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARIYIZ. Başbakan bizi on senedir ötekileştirdi. Bu mesele müslüman olup olmamak değil. Bu mesele ateist gençler yetiştirmek değil. Bu mesele laikliği kaybedip ülkeyi dini alet ederek yönetmektir. Bu mesele %50'ye güvenip at koşturabileceğini zannetmektir. Ey efendi! Sen sanıyor musun ki %50'yi memnun edince diğer %50 susacak.

Bu gün oradaki insanların hepsi ateist mi, hepsi çete mi? Bu nasıl bir örgüttür ki bir milyon üyesi var ama sokağa çıkmak için on sene beklemiş. Bu hangi akla sığar? Tayyip çıkıp konuşma yapıyor ama tek bahsettiği park, diktiği ağaçlar. Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu. Artık halkını ezemeyeceksin. Susturamayacaksın.

Biz bu cumhuriyeti tek yürek olarak kurduk. Milletimizi düşünmedik. Sokağa çıkıyoruz. Çünkü bu ülkede kardeşçe haklarımızı kaybetmeden yaşamak istiyoruz. Bu ülkede yaşanmıyor deyip kaçmak istemiyoruz. Sen namazını kılacaksan, başın kapalı okula gireceksen, tarikatlarını kuracaksan, biz de ondan sonra içkimizi içeceğiz, kürtajımızı olacağız, parkımızda oturacağız. Sen bize taş atma, biz de sana! Müslümanlık kardeşe tokat atmak değildir, saygıyla beraber yaşamaktır. İslam sevgi dinidir. Mevlana'nın dediği gibi; "Ne olursan ol gel" diyeceksin!

İstifayı görmeden durmak yok! Bu hükümet değil 2023'ü diğer ayı bile göremeyecek. Halktan yeni biri yükselecek. Sesimiz olacak, olmalı! İnternette yayılan asparagas haberlere inanmayın. Çıkın sokaklara, ışığınızı açın kapatın, tencere tavanızla balkona çıkın. Ama siz de bizdenseniz, sizin de vicdanınız varsa, sizin de kanınız akıyorsa hala SUSMAYIN, SUSTURUN!