31 Mayıs
olaylarında ve sonrasında kullanılan “orantısız zekâ” bir filolog olarak beni
çok düşündürdü. (Bilimsel yazı değil, beni ciddiye alın diye söylüyorum.)
Yazılan pankartlar, siyasilerin yaptığı mantıktan uzak olan konuşmalar, duvar yazıları
ve sosyal medya ciddi anlamda bize bir dil kazandırdı. Şahsen ben de
arkadaşlarımla konuşurken konuya uygun diren hashtag’i (örneğin #direndilbilim) yazmadan duramıyorum. Dil,
doğan, yaşayan ve toplumlarla beraber ölen bir organizmadır. Her dilin ölü hale
gelmesi aslında onu konuşan toplumun yani bir kültürün kaybedilmiş olmasıdır.
Sözel ve yazınsal olarak kullandığımız dilimizin önemini 31 Mayıs’tan önce bu
kadar da farkında değildik. Baskı altında bireylerin yaratıcılığının arttığını
artık toplum olarak biliyoruz. Bu sadece Türkiye’ye has değil. Bunun örneğini
tarih boyunca gözlemleyebilirsiniz. Örneklemek gerekirse buna en uygun akım
İspanya’nın Franco Diktatörlüğündeki edebiyat sürecidir. Uygulanan ağır sansüre
rağmen edebiyatçıların metaforu kullanmada ustalaşması bir tesadüf değildir.
Aksine bu olası bir sonuçtur.
Türkiye’de
yaşadığımız bu süreçte ise insanların şiddete şiddetle karşılık vermemek adına
tepki verme yöntemi mizah olmuştur. Kaybettiğimiz gençlere, yaralanan onca
arkadaşımıza rağmen bu durumumuza gülüp geçmemiz aslında iktidardaki partinin
mizah anlamında yoksunluğudur. İnanıyorum ki hepimiz en kötü bir dönem Uykusuz,
Penguen vesaire almış gençleriz. Bu mizah dergilerinin ne kadar ceza aldığının
sayısını ben bile hatırlamıyorum. Toplumlar iktidarlarını zayıf noktalarından
vururlar. Bu yüzden direnişin silahı mizah olmuştur. Sosyal medyada buna dair
gördüğüm en güzel yorum şuydu: “İlerde çocuklarımız direnişin neden başarısız
olduğunu sorduğunda cevabımız “Gülmekten” olacak.”
Gerçekten
parkta, sosyal medyada gördüğümüz vahşet bir yana, verdiğimiz tepkilerle o
kadar gülüp eğlendik ki belki de istediğini gülerek elde eden veya bu yüzden
elde edemeyen tek toplum olacağız. Bu mizah duygusu o kadar içimize işledi ki
üniversiteden mezun olan öğrenciler bile keplerini gaz maskeleriyle atar oldu. Elimizde
de az malzeme yok tabii ki. Sağ olsun iktidar oldukça malzeme veriyor bize. Bunun
dışında en ilginci yarattığımız ortak bilinç oldu. Her arkadaş grubunun bir geyik ortamı vardır. Yaşanmışlara bağlı
olarak kimsenin anlamadığı espriler üretmiş ve buna saatlerce güldüğümüz çok
olmuştur. Şimdi ise yaşadığımız durum, bir toplum olarak yaşanmışlıkla
milyonların geyik konusu olması.
Artık Ankara’ya gittiğinizde de aynı espriye gülecek insanlarımız var. Aman diyeyim
abartıp AK Parti Gençlik Kollarında yapmayın bu esprileri tabii. :)
Peki, bu süreç
boyunca dil anlamındaki kazanımlarımız neydi? Hangi deyimleri yarattık? Biliyorum,
bunların bir kısmını zamanla kaybedeceğiz ve unutacağız. Ama bazıları baki
kalacak ve çocuklarımıza devrim yaptık demesek de (ki devrimi savunmuyorum) bu
deyimi dilimize bu olayla kattık ve ben de oradaydım diyeceğiz. Yaşadığımız ve
gördüğümüz bu gerçeküstü, daha doğrusu tabir-i caizse şirinler ortamını gururla
anlatacağız. Aç olanlara nasıl yemek dağıttığımızı, birbirimizi nasıl tedavi
ettiğimizi anlatacağız. Sigara alma – verme olaylarını anlatmayalım ama iyi
örnek olalım çocuklarımıza. :)
Şimdi
kazandığımız o deyimlere gelelim. Öncelikle Twitter sayesinde her şeyin önüne #
koyma alışkanlığını edindik. Facebook’un da artık etiketlemeyi destekliyor
olması iki sosyal medya aracındaki ifadeleri, alakasız fotoğraflardaki
yorumları bile değiştirdi. #direnhede, #direnhödö diye yazmaya başladık. Haber
içerikli her iletinin altına “Kesin bilgi mi?” yazar olduk. Artık başımıza
gelen her kötü durumda “Halkımıza nazar değdi” diyoruz. Parti anlayışımız
değişti ve en sevdiğimiz şarkı Everyday I’m
çapulling oldu. Son dönemlerde inşaat işçileri gibi dolaştığımızdan
mütevellit maske, inşaat kaskı konusunda bir eğilim oluşturduğumuzu
söyleyebiliriz. Dahası biber gazı tedavisinde kullandığımız Süt Limon Sirke adında yeni bir film
içlemesi ile Semih Kaplanoğlu’na rakip bile olabiliriz. Toma artık bizim için
ağaç sulayan belediye arabası, polis kelimesi ile aklımıza kötü şeylerin
gelmesine sebep olan bir kavram. Kırmızı ve Siyah Elbiseli Kız bizim için
bir markanın reklam kampanyası değil, kadının gücünü simgeler oldu. Bir olayın saçmalığını
anlatmak için artık “Karanlıktaki kedigözleri” dememiz yeterli. Matematiksel
sorunu olan arkadaşlara kaç milyar ağaç dikildiğini hesaplatıyoruz. Çapulcu
kelimesinin bir zamanlar başka anlamlara geldiğini ama bu anlamı TDK’de
bulamayacağımızı artık biliyoruz. Penguenler bizim için sadece kuzey kutbunda
yaşayan bir hayvan değil, yandaş medyanın simgelemiş hali, direnişin maskotu.
Biliyorum ki yukarıda
verdiğim örnekler binde biri. Daha bir sürü
kazandığımız kavram ve deyim var. Ben kendi adıma hiçbir şey gerçekleştiremesek
bile veya öyle düşünülse de aslında en zor olanı başardık. Bir dile yeni
kelimeler kattık. Halkımızı ayrım yapmaksızın birleştirebildik. Adeta hepimiz
bir Shakespeare gibi insanlarız benim gözümde. Son olarak da yolumuzu
kaybetmemek adına kedigözlerini takip etmeliyiz. Tomasız günler dilerim!