facebook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
facebook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2013 Cuma

Dilbilim ve Direniş



31 Mayıs olaylarında ve sonrasında kullanılan “orantısız zekâ” bir filolog olarak beni çok düşündürdü. (Bilimsel yazı değil, beni ciddiye alın diye söylüyorum.) Yazılan pankartlar, siyasilerin yaptığı mantıktan uzak olan konuşmalar, duvar yazıları ve sosyal medya ciddi anlamda bize bir dil kazandırdı. Şahsen ben de arkadaşlarımla konuşurken konuya uygun diren hashtag’i (örneğin #direndilbilim) yazmadan duramıyorum. Dil, doğan, yaşayan ve toplumlarla beraber ölen bir organizmadır. Her dilin ölü hale gelmesi aslında onu konuşan toplumun yani bir kültürün kaybedilmiş olmasıdır. Sözel ve yazınsal olarak kullandığımız dilimizin önemini 31 Mayıs’tan önce bu kadar da farkında değildik. Baskı altında bireylerin yaratıcılığının arttığını artık toplum olarak biliyoruz. Bu sadece Türkiye’ye has değil. Bunun örneğini tarih boyunca gözlemleyebilirsiniz. Örneklemek gerekirse buna en uygun akım İspanya’nın Franco Diktatörlüğündeki edebiyat sürecidir. Uygulanan ağır sansüre rağmen edebiyatçıların metaforu kullanmada ustalaşması bir tesadüf değildir. Aksine bu olası bir sonuçtur.
Türkiye’de yaşadığımız bu süreçte ise insanların şiddete şiddetle karşılık vermemek adına tepki verme yöntemi mizah olmuştur. Kaybettiğimiz gençlere, yaralanan onca arkadaşımıza rağmen bu durumumuza gülüp geçmemiz aslında iktidardaki partinin mizah anlamında yoksunluğudur. İnanıyorum ki hepimiz en kötü bir dönem Uykusuz, Penguen vesaire almış gençleriz. Bu mizah dergilerinin ne kadar ceza aldığının sayısını ben bile hatırlamıyorum. Toplumlar iktidarlarını zayıf noktalarından vururlar. Bu yüzden direnişin silahı mizah olmuştur. Sosyal medyada buna dair gördüğüm en güzel yorum şuydu: “İlerde çocuklarımız direnişin neden başarısız olduğunu sorduğunda cevabımız “Gülmekten” olacak.”
Gerçekten parkta, sosyal medyada gördüğümüz vahşet bir yana, verdiğimiz tepkilerle o kadar gülüp eğlendik ki belki de istediğini gülerek elde eden veya bu yüzden elde edemeyen tek toplum olacağız. Bu mizah duygusu o kadar içimize işledi ki üniversiteden mezun olan öğrenciler bile keplerini gaz maskeleriyle atar oldu. Elimizde de az malzeme yok tabii ki. Sağ olsun iktidar oldukça malzeme veriyor bize. Bunun dışında en ilginci yarattığımız ortak bilinç oldu. Her arkadaş grubunun bir geyik ortamı vardır. Yaşanmışlara bağlı olarak kimsenin anlamadığı espriler üretmiş ve buna saatlerce güldüğümüz çok olmuştur. Şimdi ise yaşadığımız durum, bir toplum olarak yaşanmışlıkla milyonların geyik konusu olması. Artık Ankara’ya gittiğinizde de aynı espriye gülecek insanlarımız var. Aman diyeyim abartıp AK Parti Gençlik Kollarında yapmayın bu esprileri tabii. :)
Peki, bu süreç boyunca dil anlamındaki kazanımlarımız neydi? Hangi deyimleri yarattık? Biliyorum, bunların bir kısmını zamanla kaybedeceğiz ve unutacağız. Ama bazıları baki kalacak ve çocuklarımıza devrim yaptık demesek de (ki devrimi savunmuyorum) bu deyimi dilimize bu olayla kattık ve ben de oradaydım diyeceğiz. Yaşadığımız ve gördüğümüz bu gerçeküstü, daha doğrusu tabir-i caizse şirinler ortamını gururla anlatacağız. Aç olanlara nasıl yemek dağıttığımızı, birbirimizi nasıl tedavi ettiğimizi anlatacağız. Sigara alma – verme olaylarını anlatmayalım ama iyi örnek olalım çocuklarımıza. :)
Şimdi kazandığımız o deyimlere gelelim. Öncelikle Twitter sayesinde her şeyin önüne # koyma alışkanlığını edindik. Facebook’un da artık etiketlemeyi destekliyor olması iki sosyal medya aracındaki ifadeleri, alakasız fotoğraflardaki yorumları bile değiştirdi. #direnhede, #direnhödö diye yazmaya başladık. Haber içerikli her iletinin altına “Kesin bilgi mi?” yazar olduk. Artık başımıza gelen her kötü durumda “Halkımıza nazar değdi” diyoruz. Parti anlayışımız değişti ve en sevdiğimiz şarkı Everyday I’m çapulling oldu. Son dönemlerde inşaat işçileri gibi dolaştığımızdan mütevellit maske, inşaat kaskı konusunda bir eğilim oluşturduğumuzu söyleyebiliriz. Dahası biber gazı tedavisinde kullandığımız Süt Limon Sirke adında yeni bir film içlemesi ile Semih Kaplanoğlu’na rakip bile olabiliriz. Toma artık bizim için ağaç sulayan belediye arabası, polis kelimesi ile aklımıza kötü şeylerin gelmesine sebep olan bir kavram.  Kırmızı ve Siyah Elbiseli Kız bizim için bir markanın reklam kampanyası değil, kadının gücünü simgeler oldu. Bir olayın saçmalığını anlatmak için artık “Karanlıktaki kedigözleri” dememiz yeterli. Matematiksel sorunu olan arkadaşlara kaç milyar ağaç dikildiğini hesaplatıyoruz. Çapulcu kelimesinin bir zamanlar başka anlamlara geldiğini ama bu anlamı TDK’de bulamayacağımızı artık biliyoruz. Penguenler bizim için sadece kuzey kutbunda yaşayan bir hayvan değil, yandaş medyanın simgelemiş hali, direnişin maskotu.
Biliyorum ki yukarıda verdiğim örnekler binde biri.  Daha bir sürü kazandığımız kavram ve deyim var. Ben kendi adıma hiçbir şey gerçekleştiremesek bile veya öyle düşünülse de aslında en zor olanı başardık. Bir dile yeni kelimeler kattık. Halkımızı ayrım yapmaksızın birleştirebildik. Adeta hepimiz bir Shakespeare gibi insanlarız benim gözümde. Son olarak da yolumuzu kaybetmemek adına kedigözlerini takip etmeliyiz. Tomasız günler dilerim!
Sıradaki şarkı bilmeyenler için geliyor: Shakespeare, 1700’den fazla kelime üretmiştir ve İngilizceyi zenginleşmiştir.

Boğaziçi Dilbilim Mezunları

19 Nisan 2013 Cuma

Biri Bizi Yazıyor

Son zamanlarda hepimiz sosyal medyada yaşıyoruz, yazıyoruz, yorumluyoruz. Bazen çok bildiğimiz konulara değiniyoruz. Öyle oluyor ki karakterler yetmiyor bilgimize. Bazen de hiç bilmediğimiz bir konuyu görüyoruz, okuyoruz, öğreniyoruz. Sosyal medyayı takip ederek gündemi öğrenmek artık daha kolayımıza gelir oldu. Ankara'da patlama oluyor. Youtube'ta cep telefonuyla çeken bir çocuktan izliyoruz olayı canlı canlı. Amerika'da bir olay oluyor, 9gag'e girip olayla ilgili memeleri okuyoruz.

Dünya bir tık uzaklıkta artık. Hepimiz aynı yerde var oluyoruz. Evet, aynı yerde yaşıyoruz aslında. Başka yerlerde yaşayıp başka kültürlerle yoğurulup ayrı dilleri konuşarak aynı şeyleri paylaşıyor ve öğreniyoruz. Sosyal medyayı avantaja çevirmek kadar dezavantaja çevirmek de mümkün. Öyle ki olaydan haberi olmayan biri de blogunuza yorum yapabiliyor veya bilgisiz bir insanın yazdığı bir tweet'e bakarak şaşırıp kalıyorsunuz.

Densiz insanlar her alanda var, bu konuya lafım yok. Sosyal medyayı abarttığımıza dair yorumlar yapsak da haydi internetsiz bir hayat düşünün. Facebook kullanmayabilirsiniz. Ama şu söylediğim sitelerden birinde illa ki üyeliğiniz vardır; Facebook, Twitter, Friendfeed, Youtube, Google Plus, Pinterest, Tumblr, Blogspot, Wordpress, Instagram, Imdb, Msn, Tripadvisor, Booking vesaire. Bunlar olmadan bir hayat düşünün. Tatil planlarken otel araştırıp yapılan yorumları göremiyorsunuz. Balayınız için seçtiğiniz şehir ile ilgili fotoğrafları göremiyorsunuz. İş ararken şirket bilgilerine ve çalışanlara ulaşamıyorsunuz. En sevdiğiniz grubun konser tarihlerini öğrenemiyorsunuz. "İnternetten önce nasıl yaşıyorduk?" Bu sorunun cevabını vermek mümkün değil gibi. Kaybettiğimiz değerlerin yanında kazandığımız kolaylıklar da yadsınamaz. Artık protesto etmek sokaklara dökülmek değil isminin başına TC koymak oldu. Meme kanserine yardım etmek vakfa yardım etmek değil, sütyenimizin rengini Facebook'a yazmak oldu.

Çok uzak değil. Bundan yirmi sene önce annelerimize babalarımıza şunları söyleseydik ne derlerdi? "Her yediğinin fotoğrafını herkesle paylaşacaksın, düğününe davetiyeyle değil internetle çağıracaksın, her adımını yazacak, şehrinde geçen ekstrem durumu anında paylaşacaksın. Bunlarla kalmayacak. İnsanlar da sana anında yorum yapacak. Seni eleştirebilecek veya seni beğenecek. Yirmi senedir görmediğin askerlik arkadaşının torununun ilk doğum gününü göreceksin." Evet, biri bizi gözetliyor ve biz de birilerini gözetliyoruz. Ne kadar bu durumun içinde ben de yaşasam da George Owell'ın 1984 eseri ile ne kadar öngörüşlü olduğuna hayran kalmamak elde değil. Diğer yandan da bir ütopyanın karakterleri olmak nedir, iyi midir, kötü müdür düşünmek gerekir.