11 Haziran 2011 Cumartesi

Karanlıkta Kar Yağıyor

Ne maveradan ses duymak,
ne satırların nescine koymak o "anlaşılmayan şeyi",
ne bir kuyumcu merakıyla işlemek kafiyeyi,
ne güzel laf, ne derin kelam...
Çok şükür
hepsinin
hepsinin üstündeyim bu akşam.

Bu akşam
bir sokak şarkıcısıyım hünersiz bir sesim var;
sana,
senin işitemeyeceğin bir şarkıyı söyleyen bir ses.

Karanlıkta kar yağıyor,
sen Madrid kapısındasın.
Karşında en güzel şeylerimizi
ümidi, hasreti, hürriyeti
ve çocukları öldüren bir ordu.

Kar yağıyor.
Ve belki bu akşam
ıslak ayakların üşüyordur.
Kar yağıyor,
ve ben şimdi düşünürken seni
şurana bir kurşun saplanabilir
ve artık bir daha
ne kar, ne rüzgar, ne gece...

Kar yağıyor
ve sen böyle "No pasaran" deyip
Madrid kapısına dikilmeden önce
herhalde vardın.
Kimdin, nerden geldin, ne yapardın?
Ne bileyim,
mesela;
Astorya kömür ocaklarından gelmiş olabilirsin.
Belki alnında kanlı bir sargı vardır ki
kuzeyde aldığın yarayı saklamaktadır.
Ve belki varoşlarda son kurşunu atan sendin
"Yunkers" motorları yakarken Bilbao'yu.
Veyahut herhangi bir
Konte Fernando Valaskerosi de Kortoba'nın çiftliğinde
ırgatlık etmişindir.
Belki "Plasa da Sol" da küçük bir dükkanın vardı,
renkli İspanyol yemişleri satardın.
Belki hiçbir hünerin yoktu, belki gayet güzeldi sesin.
Belki felsefe talebesi, belki hukuk fakültesindensin
ve parçalandı üniversite mahallesinde
bir İtalyan tankının tekerlekleri altında kitapların.
Belki dinsizsin,
belki boynunda bir sicim, bir küçük hac.
Kimsin, adın ne, tevellüdün kaç?
Yüzünü hiç görmedim ve görmeyeceğim.
Bilmiyorum
belki yüzün hatırlatır
Sibirya'da Kolçak'ı yenenleri
belki yüzünün bir tarafı biraz
bizim Dumlupınar'da yatana benziyordur
ve belki bir parça hatırlatıyorsun Robespiyer'i.
Yüzünü hiç görmedim ve görmeyeceğim,
adımı duymadın ve hiç duymayacaksın.
Aramızda denizler, dağlar,
benim kahrolası aczim
ve "Ademi Müdahale Komitesi" var.
Ben ne senin yanına gelebilir,
ne sana bir kasa kurşun,
bir sandık taze yumurta,
bir çift yün çorap gönderebilirim.
Halbuki biliyorum,
bu soğuk karlı havalarda
iki çıplak çocuk gibi üşümektedir
Madrid kapısını bekleyen ıslak ayakların.
Biliyorum,
ne kadar büyük, ne kadar güzel şey varsa,
insanoğulları daha ne kadar büyük
ne kadar güzel şey yaratacaklarsa,
yani o korkunç hasreti, daüssılası içimin
güzel gözlerindedir
Madrid kapısındaki nöbetçimin.
Ve ben ne yarın, ne dün, ne bu akşam
onu sevmekten başka bir şey yapamam.

25.12.1937
 Nazım Hikmet Ran

Not: Final dönemimde İspanya İç Savaşına çalışırken paylaşmadan edemeyeceğim güzel insanın şiiri.

Zeus'un Kızı

Kazdağımı özledim ben, annemin hazırladığı kahvaltıları, yazlıkta kuzenlerle sabahlara kadar hiç bir sebep yokken gülmeyi özledim. Bir sabah uyansam gözlerimi temiz havaya, canım Ege'me açsam. Sofrada ayvalık zeytinleri olsa, yanında incir reçeli, taptaze demlenmiş çay ve bir parça da huzur olsa.Tek derdim denize gidip yüzmek, bronzlaşmak olsa. Öğlen birde insem denize, tüm yorgunluğum gidene kadar, Zeus'un yüzdüğü denizlerde yıkansam. Sonra Afrodit'in yıkadığı taşlarda yatsam, Zeus'un nefesi ile kurusam.Tüm masumiyetimle Paris'in altın elmayı bana getirmesini beklesem.Geçen simitçi ablanın sesiyle uyansam sonra bedenimi susamın enfes tadıyla doyursam. Sonra eve gitsem koşa koşa. Tüm aile sofrada olsa yine eski günler gibi, mangal keyfi yapıp eğlensek yine, akşam için tek derdimiz hemen duş alıp dışarı çıkmak olsa. Beyaz şarabımız ile gazozumuzu alsak. Çakma şampanyamız ile ne kadar değerli olduğunu bilmediğimiz mutluluğumuzu kutlasak.

Bir yarım saat daha durmak için yalvalarılan rituellerden sonra balkonda sabahlamalar başlasa, bi kaç arkadaş sabah beşte denize girmek için ayartsa bizi. Evden kaçıp denize girsek, sonra üşüyerek koşa koşa eve dönsek, dedeme yakalansak. Bir gülümsemeyle alsak gönülünü. Sabah ananem onlar erken geldi derken teyzem yok 2de geldiler dese bizi ele verse :) Kendimize yapay heyecanlar üretip herkesten çok eğlensek. Yakalanmamızı ertesi gün koca bir pasta yaparak ödüllendirsem ve 2 saatte yaptığım pasta beş dakikada bitse. Evde yine on kişi kalsak ama kimse kimseden rahatsız olmasa. Bir sabah babam arasa, Kazdağının zirvelerine çıksak. Tüm Ege ayaklarımızın altında Sarı Kız'a dua etsek, dağ köylerinde fırından yeni çıkmış ekmeğimizle kahvaltı yapsak sonra hamaklarda şekerleme yapıp rüyalara dalsak. İnsanlar da yiyecekler de organik olsa. 3 ay bu tatlı monotonluğun içinde geçse ve biz beyinlerimizi hiç kullanmasak. Ama bu sefer bir fark olsa ve yaşadıklarımızın kıymetini bilsek...

...

Bu yazımda müzik paylaşmak isterdim sizinle ama Altınoluk'ta bizim tek müziğimiz denizin sesi ve sinek vızıltılarıydı, bir de geceleri geçen sinek ilacı arabaları :)

                                        Korusu koru bizi!

3 Haziran 2011 Cuma

¡Spanglish!

İngilizce ve ispanyolca bilen bir şahsiyet olarak hala ingilizcenin kandan bir akraba, ispanyolcanın ise üvey evlat gibi gelmesi garip durum yaratıyor bende. İki dilin de artısı eksisi var tabii ki kalkıp burada filoloji dersi vermeyeceğim. Amma ve lakin öncelikle ispanyolların (fransızları da unutmuş değilim) iğrenç ingilizce konuşmasını incelemek istiyorum. Ya bunlar millet olarak dile karşı yeteneksiz ya da inadına konuşmuyorlar, anlamış değilim. Tabii ki de kalksın bana aksan yapsın demiyorum da insan biraz çabalar yahu ispanyolca gibi ingilizce konuş gitsin mantığı ile yürümez bu gemi. Bu ne koy göte rahvan gitsincilik?

YouTube'da bakıyorum bir sürü deli manyak "como es mi acento ingles?" (İngilizce aksanım nasıl?) diye video koymuş, millete soruyor. Ey İspanya, bu çocuklara bir ön ayak ol da eğitim sistemini düzelt, adam gibi konuşsunlar. İki dilin aksanları çok çok farklı bunu biliyorum ama bizim türkçenin de ingilizceye benzer yanı yok yani, biz de kasıyoruz. Tamam herkes bilmesin de be hey akılsız kalk sen dünyayı dolaş ama ingilizce bilme, gel beyazıtta ispanyolca yer sor. Ne halin varsa gör diyesi geliyor insanın. En nihayetinde benim alnımda ispanyolca bilir yazmadığına göre manyaklık bunlarda. Sanki Türkiye'de kime sorsan ispanyolca biliyor. Biz üçüncü beşinci dünya ülkesiyiz ondan öğrenmeye uğraşıyoruz dediğinizi duyar gibiyim. Peki sorarım size ispanyollar Avrupa'da da noluyor? Bir katkıları mı var dünyaya göbek atmaktan başka? Git Sulukuleye oradaki adamda göbek atıyor ama kimse AB'ye almıyor onları.

İngilizceye gelirsek; hala yerleşmiş bu temel sarsılmadı sarsılmayacak beyinlerde. Adamlar her yerde çünkü, kitaplar, filmler, şarkılar, hatta bir çok iş alanında terimler ingilizce artık. İster istemez unutmuyoruz veya öğreniyoruz. İngilizceyi de amerikan ve ingiliz aksanı diye ayırırsak ben ingiliz aksanını seçiyorum canlar. Evet, amerikan aksanı daha anlaşılır falan ama sonuçta bu adamlar da ingilizlerden öğrenmiş bu dili. Ben anavatanına saygı duyarım. (Evet İngiltere aşığıyım bir de, o ayrı.) Zaten amerikan ingilizcesi dediğin bir milletin kendini yaydığının göstergesi. Bir yanda BBC haber bülteni var, diğer yanda zenci muhabbeti. "Aman özgürlük elde ettik içine edelim dillerinin gitsin." (Giv mi e hayfayf, oo çek it aut, fak yu madafaka etc.)

Lakin bir de bu iki dilin karışmış şekli var ki aman diyim dostlar. Biz gibi ingilizceden sonra ispanyolca öğrenmeye çalışan ya da ispanyolların ingilizceyi yarım yamalak öğrenmiş halidir bu, evlerden ırak: Spanglish. Ne ingilizce ne ispanyolca. Çok zevklidir konuşması ama işte acınası bir hal. Beni bu olayla ilgili tek mutlu eden Facebook'ta bile dil seçeneği olarak vardır kendileri :)

4 senelik ispanyolca akademik hayattan sonra üzülerek söylüyorum ki hala ama hala ingilizcem daha iyi, hatta ispanyolcamın orta seviyeyi geçtiğinden şüpheliyim. Tabii salak olduğum için değil dil çok zor (valla lan!?). Sonuç olarak ispanyolca iyidir ama ingilizce daha da iyidir diyor ve yazımı şu kelime ile sonlandırıyorum;
İMÖRCINSİİ!

1 Haziran 2011 Çarşamba

Unhero

Benim hayatım boyunca bir kahramanım olmadı. İşte bu adam/kadın gibi olmalıyım, o bana örnek oldu diye birşeyim yok. İyi mi kötü mü bilmiyorum. Olması gerekmez bence de. Herkes hayatta ne kadar kendi kahramanı olursa o kadar mutlu ve başarılı oluyor. Ben 20 sene sonra dönüp bakınca evet işte olmak istediğim buydu, yine olsa aynı hayatı yaşar bu bedene girerim demek istiyorum. Falanca kişi gibi oldum çok mutluyum diye bir düşünce beni mutlu edemez. Bu çok kendimi beğenmiş olduğumdan veya başkalarını soyutladığımdan değil elbette. Başkalarından örnek aldığım, özendiğim illa ki oluyor ama ben "ben" olmadan başkası olmak niye isteyeyim ki? Şimdiye kadar girdiğim tüm zor durumlardan da yine ben kendimi kurtardım. Kimse düştüğümde elimden tutup kaldırmadı ya da güç alacak benden başka bir sebebim olmadı, olmayacak. Aynı olmak istemiyorum, aykırı olmak ya da sıradan olmak da istemiyorum, sadece istediğim, özgün olmak. Kendi derinliklerime dalıp, yüzmek ve saklı mercanlarımda kendi benliğimi bulmak, istediğim kadarını dünyaya açmak istiyorum. Biliyorum ki içimde daha benim bile bilmediğim bir sürü güzel şey var ve ömür boyu onları arayıp saklandıkları yerden çıkarmak kadar beni mutlu eden birşey olmayacak. Çünkü ben önce kendimi keşfetmek ve kendimi sevmek istiyorum, kimsenin beni sevmediği kadar...