Sevmenin ne demek olduğunu ailede görmemiş bizler, hayatımızda onu aradık sürekli.. Bir yerlerde var olduğuna inandırdık kendimizi. Olmama ihtimalini düşünmedik ya da bunun korkusunu kendimiz bile fark etmeden delicesine bastırdık. Her şeyin çıkara bağlı olduğu bu dünyada en ufak bir sıcaklığa bile kandık. Çok basit dileklerimiz vardı oysa,sadece sevilmek istedik. Gözyaşlarımızı silecek birini istedik. Bunun çok güçlü bir duygu olduğuna ama çoğunun bunu bulamadığına inandırdık kendimizi. Rüyalarımızda bizi saran kollar, bir buseyle her şeyi unutturan gölgeler gördük. Heyecanla bu büyük günü beklemeye başladık.
Bir yandan da büyüdük. Bu hayale yeni şeyler kattık,hiç yok etmedik onu aksine besledik büyüttük içimizde onu korkularımızla. Ne zaman sevgiyi yakalar gibi olup da onu kaçırsak doğru zaman olmadığını düşünüp tekrar kandırdık kendimizi. İçimizdeki sesin o bir yerlerde seni bekliyor yanıtını duyduk mutlu olduk yine. Ama geçen zamanla ne bu boşluğu biri doldurdu ne de göz yaşlarımızı silen oldu. İşte bu noktada ayrılamaya başladık birbirimizden. Kimileri gerçeği anladı; sevgi boşluğumuzu doldurmak için beynimizde yarattığımız bir ütopyaydı. Kimileri de kendini kandırmaya devam etti;yanlış yerde yanlış kişilerle olduğunu,sevginin onu beklediğini düşündü.
Yetişkin olmaya başladığımız bu zamanlarda yaralarımızı sarmaktan o kadar yorulduk ki sevginin adını bile duymak istemedik,hayaller kurduk yine,çocuk olmak istedik,sevgiden bihaber sadece onu saf bir şekilde hayal ettiğimiz günleri özledik. Bir yerlerde ayrılsak da birbirimizden içimizde bir yerlerde onu istemek konusunda birleştik aslında. Yanlış kişilerle onu ararken sevgiyi bambaşka bir hale getirdik beynimizde. Onu öyle kusursuz bir tabloya koyduk ki gerçek sevgiyi bile beğenmez olduk artık. Hayalinle mutlu olur hale geldik. Yaşlanmaya başladığımızı hissettiğimiz an ilk bulduğumuz sevgiye tutunduk,kimilerimiz şanslı kimilerimiz talihsizdi oysa. Ama seçeneğimiz kalmadığını fark ettik. Hep kaçtığımız kötü sonlara benzedik ister istemez. Başladığımız yere geri döndük,tekrar çocuklaştık,boşuna kendimizi yıprattık..Ve son nefesimize kadar hayalimizdeki sevgiyle mutlu olduk..
27 Kasım 2013 Çarşamba
20 Kasım 2013 Çarşamba
Bir İnterrail Günlüğü
Selam canlar. Avrupa'nın çeşitli yerlerinde öğrenciler olarak dört kişi Noelde tatili fırsat bilerek on günlük interrail yaptık. Bu süreçte de ileride faideli olur diyerek bir günlük tuttum. Sizinle paylaşmak istiyordum ama ancak vakit bulabildim. Hem belki bizim gittiğimiz şehirlerden birine giderseniz fikir olur veya interrail için de yardımcı olur diye düşünüyorum. Öncelikle biz on günlük beş gün flexi günü olan interrail bileti aldık. Fiyatı bu sene 175€ idi. Yani bu biletle on gün içinde sadece beş gün trene binebiliyorsun ve her seferinde tarihlerini işliyorsun. Zaten kısa bir seyahat düşünüyorsanız bu bence çok ideal. Biz Barcelona'dan Milan'a uçakla geçerek interraile oradan başladık. Rotamız ise şu idi; Milan - Viyana - Berlin - Amsterdam - Paris ve Barcelona. Yazının burasından sonra günlüğümü paylaşacağım. Tek tek anlatmaya kalksam roman olur, kısa özet en iyisi :)
22/10/2012
Barcelona - 09:00
An itibariyle Milan'dan interrailimize başlamak için uçağa bindik. İlk amaç; indikten sonra bulduğumuz ilk pizzacıya oturmak. Haydi selametle.
Hava:
Barcelona: Ilık
Milan: Allah kerim (Sonradan gelen edit: -3 Derece)
Milan - 12:50
Şu anda Milan Havaalanından tren istasyonuna gitmek üzere trene bindik. Hayatımın en teknolojik tuvaletini gördüm. Avrupanın trenlerinde gayet rahat yaşanır. Erkekler ipad oyun turnuvasında.
Milan - 16:48
Luini'de yemek yenildi. En ucuz yer denilmesine rağmen karnımız doydu denilemez. Milan'a gelmeyin gençler. Cidden hem çok pahalı, hem de görülecek bir şey yok. Kazara yolunuz düşer aç kalırsanız, Luini katedralin olduğu meydanın arka sokağında bir fırıncı. Ayakta alıp yiyorsun hemen. Şu anda Mc Donaldsta 21:35 yataklı trenimizi bekliyoruz. Kişi başı fark 39€ ödedik. Viyana'yı iple çekiyorum. Çok uykusuzuz...
Üşüyoruz reis!
23/12/2012
Viyana - 08:30
Merhaba gençlik. Şu anda trenimiz Viyana'ya girmiş bulunuyor. Tren yolculuğu, özellikle kuşet olayı çok güzel. Ayrı bir kültürü var. Onca yorgunluğun üstüne de hayatımızın en güzel uykusunu çektik. Viyana'da önceliğimiz hostel bulup tren rezervasyonumuzu yapmak. Sonrası yine bilinmezlik.
24/12/2012
Viyana - 00:05
Bugün 0 derecede Viyana'yı dolaştık. Hostelimiz Wombat Hostel. Çok güzel ve kaliteli bir yer. Günlük 15€. Bugün aşırı yağmur vardı ve donma tehlikesi geçirdik :) Adım attın Türke rastlayabiliyorsun. Aylar sonra ayran döner, üstüne çay sigara yaptık. Yazarken gözlerim doluyor. Sisi'nin sarayına gittik. Benim ayakkabılar suyla dolduğu için saray bahçesinin bir kısmını görmedim.
Ama Savaş karın verdiği mutlulukla kendinden geçti. Dönerimizi Hünkar diye bir yerde yedik. Sahibiyle falan muhabbet ettik. Adam oraya gideli 22 sene olmuş, bir ton hikaye. Buraya yazmak sıkıntı. Burada 23 bölge varmış. Hepsi de 1. Viyana, 2. Viyana şeklinde gidiyor. Mesela bizim hostel 15. Viyana, 10. Viyana türklerin kaldığı bölgeymiş. Şehir merkezine de uğradık ama pazar günü olduğu için çoğu yer kapalıydı. Ayrıca saat 15:30'da hava karardı yahu! Yarın saat 22:30 treniyle Berlin'e geçiyoruz. 20€ fark ödedik. Gutenacht!
25/12/2012
Çek Cumhuriyeti - 1:10
Merhaba, merhaba.
Kahvaltıyı hostelde yaptık. Kaldığımız hostelin kahvaltısı çok iyi! Açık büfe ve sadece 3.80€.Bugün Viyana'da önce merkezi gezdik. Noel nedeniyle dükkanlar indirime girmişti. Bir kaç mağaza dolaştık. Daha sonra yürüyerek Museumquarter denilen alana gittik ve parlamento binasına geçtik. Her zamanki gibi öğle yemeği Mc Donald's'ta yenildi.
Dün aşırı yağış olmasına rağmen bugün hava daha iyiydi. O yüzden öğleden sonra Viyana'nın Amusement Park'ına uğradık. Gokarta bindik, sadece çünkü hava oyuncaklara binmek için çok soğuktu! Çoğunlukla başı boş gezindik çünkü trenimize kadar çok vaktimiz vardı ve Viyana'da yapılacak pek bir şey yok. Akşam eşyaları hostelden alıp gara geçtik.
Bu tren diğerine göre çok daha iyi. Kondüktör gelip "Sabah ne içersiniz?" diye sordu. Düşünsene!!! :) Mutluluktan koridorda horon tepecektik. Yarın gözlerimizi Berlin'de açacağız ve Interrail'imizin 3. ayağı başlamış olacak.
Kompartıman iyi olsa ne olacak? Tipimize bak.
Yararlı notlar: Viyana'da magnetler 4.50€'dan başlıyor. Bu yüzden iki centimizi uğur parasına çevirdik. Metronun U2 hattı her yere gidiyor. Wien Meinling'teki Pasha Döner çalışanları çok hoş sohbet. Mutlaka bir dönerlerini yiyin! Ayrıca Noel nedeniyle kaldığımız hostelde Free Drink ikramı yapıldı. Kate adında Avustralyalı bir İstanbul aşığını da Facebook'uma kattım bu gece.
Adeu!
25/12/2012
Berlin - 14:54
Gutentag! Şu anda Berlin'de yağmurdan kaçmak için girdiğimiz Subway'deyiz. Sabah Berlin'e varır varmaz yarın akşam için Amsterdam saat 00:30 trenine 29€'ya rezervasyon yaptık. Tüm gün kullanabileceğimiz gruplar için olan toplu taşıma kartı aldık. 3 - 5 kişi kullanabiliyor ve 15 €. Daha sonra hostele gelip yerleştik. Viyana'da kaldığımız hostelin Berlin şubesi varmış. Bu hostel rezervasyonumuzu Viyana'dayken yapmıştık. Aynı şekilde Berlin Wombat da kişi başı 15 €. Hostel, Fernsehtunm'da, yani Televizyon Binasının orada. Metronun U2 hattıyla Alexandrplatz'a geldik, daha sonra yürüyerek Brandenburg Gate'e geldik. Parlamento Binası'na girecektik ama yarına kaldı. Çünkü giriş ücretsiz olsa da online rezervasyon istiyorlar. Brandenburg'un hemen yanında Memorial of Jews of Europe'a uğradık. Şimdi ise dinlenmece...
26/12/2012
Berlin - 11:25
Wombat'tan çıkışı yaptık şu anda. Lobide takılıyoruz. Dün daha sonra Filmmuseum'a uğradık ama kapalıydı. Giriş 7€ imiş. Noel nedeniyle müzenin hemen yanında Cristmasmarkt vardı. Avrupa'da hemen her şehirde noel zamanı kurdukları Cristmasmarkt'ları ziyaret edebilir, noele has eşyalar, yiyecekler satın alabilirsiniz. Hiç bir şey almasanız bile sıcak şaraplarından tatmanız yeterli olacaktır.
Berlin'deki Cristmasmarkt'a kar tepesi kurmuşlar. Bota biniyorsun seni tepeden salıyorlar. 4 kişi 5€ vererek bu saçmalığı da yaptık :)
Bir sonraki durağımız Charlie Checkpoint'ti. Burası eski Berlin Duvarının C Kapısının bulunduğu yer. Savaş zamanı C harfı Charlie diye kodlandığı için (A, Adana gibi) şu anki ismi Charlie Checkpoint. Bazı yerlerde kalıntıları kalsa da duvar artık belli bile değil. Duvarın kalan parçalarını da dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ressamlar boyamışlar, salıvermişler şehre. Berlin'de müzeye gitmeseniz bile açık hava sanat galerisinde gibisiniz yani.
Berlin Duvarının en büyük parçası East Side Gallery. Duvar boyunca farklı ülkelerden gelmiş 105 ressamın eserlerini görebiliyorsunuz. Orayı bu akşam ziyaret edeceğiz. Dün bir yığın insanla tanıştık. Charlie Checkpoint'te duran bir dürümcüyle kankaya bağladık. Kendisi mühendislik okumuş ama ailesinin işini devam ettiriyormuş. Almanya'daki Türklere kendilerini geliştirmedikleri için bir ton kızdı. Türkiye'den gelen insanlara yaşlı gözlerle bakıyor hepsi. Hiç ait olamadıkları bir ülkede yaşayan ve hiç ait olamayacakları bir ülkeye özlem duyan insanlar onlar...
Geceyi bol alkollü bitirdik. Gecenin özeti: 24 bira, 2 şişe şarap ve 1,5 saatlik bir video :)
26/12/2012
Berlin - 21:15
Merhaba yine, yeniden...
Bugün öncelikle Alman Parlamentosuna gitik. Zaten giriş ücretsiz. Rezervasyonda seçtiğiniz saate göre sizi alıyorlar. 40 kişilik gruplar halinde de içeri giriyorsunuz. Cam kubbenin olduğu yerde ücretsiz auto guide alıyorsunuz. Avrupa'da Türkçe auto guide olan yegane yerdir. Burada sizi muazzam bir modern yapı ve Berlin'in manzarası karşılıyor. Ziyaret ortalama yarım saat sürdü.
Öğle yemeğimizi Subway'de yiyerek Topographie des Terrors'e gittik. Burası Nazi Almanyası'nın yönetim binasının olduğu yer. Eski bina kalmamış olsa da yerine belgelerle Nazi Yönetiminin ilk gününden, son gününe kadar, özel fotoğraflarla gözler önüne serilmiş. Giriş ücretsiz. Kan dondurucu bir yer. Burada hem çok acı bir tarih sizi etkiliyor, hem de almanların bunu kabullenecek kadar erdemli olmaları... Daha sonra East Side Gallery'e geçtik. 105 ressamın Berlin Duvarına işlediği eserleri gördük. Çok etkileyiciydi. Fakat burası şehir merkezinden oldukça uzakta. Metronun U1 hattıyla ulaşabilirsiniz.
Aylardır türk yemeği yememiş bir grup genç olarak Klein İstanbul dedikleri neredeyse sadece Türklerin yaşadığı Kreuzberg'e gittik. Semtten içeri girerken türkçe yazıyla "Kreuzberg'e Hoş Geldiniz" yazısını görebilirsiniz. Adımınızı attığınız anda kesinlikle Türkiye'de gibisiniz. Berlin'le alakası yok. Tabii sizi Kadıköy, Moda karşılamıyor. Daha çok Avcılar'a gelmiş gibi oluyorsunuz :) Tanıştığımız her türkün söylediği "Vatanımız gibisi yok". Ama dönmeye de niyetleri yok. "Dönsek Türkiye'de ne yapacağız?" diyorlar ki haklılar. Türkler ama ne işleri ne de evleri var burada. Ama hiç birinin kendini geliştirmeye niyeti de yok. Bizden çok daha düşük standartlarda yaşıyorlar. Üstelik imkanları olmasına rağmen!
Neyse sonuç olarak biz tüm türk yemeklerini combo halinde yedik; işkembe çorbası, pide, içli köfte, çiğ köfte ve üstüne çay. Bir de tren simitsiz olmaz dedik, yolluk yaptık :)
Ama ne çayı ne pidesi Türkiye'deki gibi değil. (Kendileri her ne kadar bizdeki daha iyi dese de.) Her şeye bir gurbetlik hali sinmiş. Şimdilik hostelde zaman öldürüyoruz. Gece yola çıkıp yarın sabah 10:00'da Amsterdam'a varacağız. Gerisi SÜPER OT KAFASI! Yihhu!
28/12/2012
Amiens - 21:55
Amsterdam'da kendimize reset attığımız için ancak yazabiliyorum :) Amsterdam'ı çok beğendim. Bence erasmus yapmak için süper bir şehir. Resmen özgürlükler ülkesi. Sabah vardığımızda gardaki Tourist Information'dan bilgi aldık. Otelimiz Tulip Inn idi. Ama merkeze oldukça uzaktı.
Amsterdam'dan önce metrolara hep kaçak binmiştik. Çünkü turnike bile yok metrolarda. Ama Amsterdam'da bu imkansız. Çünkü her yerde görevli var. Tramvayın içinde bile özel yerinde oturan bir teyze vardı. 48 saatlik bilet 12 €. Her taşıtta kullanabiliyorsunuz. Biz de ondan aldık.
Her şey hakkında müze var Amsterdam'da. Marihuana Müzesi, Lale Müzesi, Mücevher Müzesi, Sex Museum, Van Gogh Müzesi gibi yerleri saymazsak çok görülecek ziyaret edilecek bir yer yok. Van Gogh Müzesine giriş 14€. Interrailciler için pahalı olduğu için biz gitmedik.
Bu bölüm beylere geliyor. Garın sağ tarafı olduğu gibi Red Light District. Coffeeshop'lar da hem bu bölgede hem de diğer yerlerde var. Zaten bir yerde ağır bir koku (ot kokusu) duyduysanız bakının etrafa, coffeeshop'ı görürsünüz.
Önce şehri gezdik. Bu arada Viyana en pahalı şehirdi bence. Amsterdam ve Berlin çok daha uygun. Amsterdam kanallardan oluşan bir kent. Şehrin gece görüntüsü muazzam bu yüzden. Ayrıca bu sene Light Fest diye bir organizasyona başlamışlar. Şehrin her yeri ışıklandırılmıştı.
Meşhur Iamsterdam yazısının oraya gittik. Bu yazı Van Gogh Müzesinin orada. Tramvayla gidiliyor. Daha sonra meşhur Red Light'a uğradık. İşte pencerelerde kadınlar oynuyorlar falan. Yanımızda bir çocuk fiyat sordu. 60€ imiş. Müşterisi olanların perdesi kapalı oluyor. Olay bu! Bir şehir düşün, fahişesi meşhur. Amsterdam'ın durumu :) Daha sonra küçük bir manastırın karşısındaki bir coffeeshop'a girdik. 0.9 gram orta sertlikte bir marihuana 8€. Gerisini aşağıdaki fotoğrafla anlatmam uygundur.
Amsterdam ile Paris çok yakın olduğu için gece treni yoktu. Sabah treni de hızlı tren olduğu için fark olarak kişi başı 45€ ödememiz gerekiyordu. Bu yüzden para vermemek için 5 aktarma yaparak gündüz gidelim dedik. 13:00'de şehirden ayrıldık. Eğer tren bulamıyorsanız yapılabilir ama aktarma olayı riskli olabiliyor. Bizim bazı trenlerin arasında 2 dakika falan fark vardı ve garda alakasız bir perondan diğerine koşmamız gerekti. Şu anda son trenimize bindik. 23:30'da Paris'e varıp otelimize geçeceğiz. 2 gün de Paris'teyiz.
Bonsair!
02/01/2013
Barcelona - 22:11
Merhabalar! Sonunda interraili de bitirdik. Paris çok yoğun geçtiği için ancak yazabiliyorum. İlk gece hemen otele gittik. Sabah direkt gara gittik. Gece treniyle dönmeyi düşünüyorduk. Ama hızlı tren olduğu için 70 küsür € fark ödememizi istediler. Yılbaşı öncesi de olduğu için fiyatlar çok yüksekti. Biz de 31 Aralık sabah 07:00 trenine kişi başı 9 € farkla bilet aldık. İlk gün önce Arc de Tromphie'ye gittik. Daha sonra Şanzelize Cafenin adını aldığı Avenue des Champs-Élysées'ye gittik. Paris çok pahalı ama rüya gibi bir şehir. Kendinizi masalda gibi hissediyorsunuz.
Paris'te metro ağı çok geniş ve çok eski. Ayrıca hiç kontrol yok. Turnikelerden atladık hep :) Gare de Nord bölgesinde sadece zenciler var. Hiç güvenli bir bölge değil o yüzden. Ama biz dönerken Gare de Lyon'dan döndük mesela, gayet güvenliydi.
Daha sonra Eiffel Kulesine gittik. Ama gündüz kuleye çıkmak istemediğimiz için ertesi gün çıktık. Akşam şehrin ışıklarıyla daha keyifli olurdu. Akşam Notre Dame Katedralini ziyaret ettik. Paris'te her yerde inanılmaz sıra beklemeye hazır olun! Kadetrale giriş ücretsiz. Otele geçerken de yiyecek içecek stoğu yapıp geceyi bitirdik.
İkinci günü eşyaları otele bırakıp Louvre Müzesine geçtik. Normalde müzeye giriş 11€. Ama biz 25 yaş altı Avrupa öğrencisi olduğumuz için ücretsiz giriş yaptık. Bir sürü müzeye gitmiş biri olarak söylüyorum: Louvre devasa büyüklükte! 3 saatte gezdik ama son bölümleri zamanımız olmadığı için atlayarak gezdik. Rahatça gezmek için en azından komple bir gününüzü buraya ayırın. Zaten müze 3 ana bölümden oluşuyor. Hepsi de üç veya dört katlı. Meşhur Mona Lisa'yı da gördük ama önündeki güruhta sıra bekleyip maksimum 5 saniye yakından görebildik.
Resimdeki Mona Lisa'yı bulun.
Versailles Sarayını ziyaret etmek için gittik ama aşırı sıra vardı ve çok büyüktü. Bizim de vaktimiz yoktu. Giremeden döndük. Ama eminim orasını da gezmek bir gününüzü alır. Akşamüstü Mouline Rouge'a uğrayıp şaraplarımızı aldık ve Eiffel'e gittik.
Kuleye çıkmadan şaraplarımızı içtik. Sonra çıktık. Fiyat olayı çok farklı kulede. Kule iki bölümden oluşuyor. Yarısını merdiven veya asansörle çıkabiliyorsun veya tamamını asansör veya merdivenle, olmadı yarısını merdiven yarısını asansörle çıkabiliyorsun. Ona göre de fiyatlar değişiyor. Buradan bakabilirsiniz fiyatlara. Biz yarısına kadar merdivenle çıktık ve kişi başı 3.5 € verdik. Kuledeki manzara inanılmaz güzel.
Günün sonunda otelden eşyalarımızı alarak gara gidip sabahki trenimiz için garda sabahladık. DON-DUK! :) Ertesi sabah 15:00'de Barcelona'ya vardık.
Genel olarak şunu söyleyebilirim ki interrail çok güzel bir fırsat. Bence fırsatınız varsa 22 günlük global pass olarak yapın. Kışın dışarda sabahlayamadığınız için konaklama sıkıntı olabiliyor. Bir aylık da çok uzun ve çilekeş olabilir. Kışın gezmemizin en büyük artısı Avrupa'nın beş büyük kentinde noeli yaşayabilmemizdi. Amacınız kısa zamanda çok yer görmek olduğu için nerede kaldığınıza veya ne yediğinize takılmayın. Lüks tatil isteyenler için bir sürü turlar var ;) Interrailde aç kalın, için, sarhoş olun, bilmediğiniz bir şehrin sokaklarında kaybolun. Güzel yemeği, konforlu yatağı her zaman bulursunuz. Ama, 10 veya 20 günde 5 - 10 ülke görmek her zaman önünüze çıkacak bir fırsat değil. Sonuçta bir sene çalışıp sadece bir hafta tatili bekleyen insanlarız. Paranız, vizeniz ve bir sırt çantanız varsa tüm bildiklerinizi evde bırakıp düşün yollara!
Yorulduk ama değdi.
5 Temmuz 2013 Cuma
Dilbilim ve Direniş
31 Mayıs
olaylarında ve sonrasında kullanılan “orantısız zekâ” bir filolog olarak beni
çok düşündürdü. (Bilimsel yazı değil, beni ciddiye alın diye söylüyorum.)
Yazılan pankartlar, siyasilerin yaptığı mantıktan uzak olan konuşmalar, duvar yazıları
ve sosyal medya ciddi anlamda bize bir dil kazandırdı. Şahsen ben de
arkadaşlarımla konuşurken konuya uygun diren hashtag’i (örneğin #direndilbilim) yazmadan duramıyorum. Dil,
doğan, yaşayan ve toplumlarla beraber ölen bir organizmadır. Her dilin ölü hale
gelmesi aslında onu konuşan toplumun yani bir kültürün kaybedilmiş olmasıdır.
Sözel ve yazınsal olarak kullandığımız dilimizin önemini 31 Mayıs’tan önce bu
kadar da farkında değildik. Baskı altında bireylerin yaratıcılığının arttığını
artık toplum olarak biliyoruz. Bu sadece Türkiye’ye has değil. Bunun örneğini
tarih boyunca gözlemleyebilirsiniz. Örneklemek gerekirse buna en uygun akım
İspanya’nın Franco Diktatörlüğündeki edebiyat sürecidir. Uygulanan ağır sansüre
rağmen edebiyatçıların metaforu kullanmada ustalaşması bir tesadüf değildir.
Aksine bu olası bir sonuçtur.
Türkiye’de
yaşadığımız bu süreçte ise insanların şiddete şiddetle karşılık vermemek adına
tepki verme yöntemi mizah olmuştur. Kaybettiğimiz gençlere, yaralanan onca
arkadaşımıza rağmen bu durumumuza gülüp geçmemiz aslında iktidardaki partinin
mizah anlamında yoksunluğudur. İnanıyorum ki hepimiz en kötü bir dönem Uykusuz,
Penguen vesaire almış gençleriz. Bu mizah dergilerinin ne kadar ceza aldığının
sayısını ben bile hatırlamıyorum. Toplumlar iktidarlarını zayıf noktalarından
vururlar. Bu yüzden direnişin silahı mizah olmuştur. Sosyal medyada buna dair
gördüğüm en güzel yorum şuydu: “İlerde çocuklarımız direnişin neden başarısız
olduğunu sorduğunda cevabımız “Gülmekten” olacak.”
Gerçekten
parkta, sosyal medyada gördüğümüz vahşet bir yana, verdiğimiz tepkilerle o
kadar gülüp eğlendik ki belki de istediğini gülerek elde eden veya bu yüzden
elde edemeyen tek toplum olacağız. Bu mizah duygusu o kadar içimize işledi ki
üniversiteden mezun olan öğrenciler bile keplerini gaz maskeleriyle atar oldu. Elimizde
de az malzeme yok tabii ki. Sağ olsun iktidar oldukça malzeme veriyor bize. Bunun
dışında en ilginci yarattığımız ortak bilinç oldu. Her arkadaş grubunun bir geyik ortamı vardır. Yaşanmışlara bağlı
olarak kimsenin anlamadığı espriler üretmiş ve buna saatlerce güldüğümüz çok
olmuştur. Şimdi ise yaşadığımız durum, bir toplum olarak yaşanmışlıkla
milyonların geyik konusu olması.
Artık Ankara’ya gittiğinizde de aynı espriye gülecek insanlarımız var. Aman diyeyim
abartıp AK Parti Gençlik Kollarında yapmayın bu esprileri tabii. :)
Peki, bu süreç
boyunca dil anlamındaki kazanımlarımız neydi? Hangi deyimleri yarattık? Biliyorum,
bunların bir kısmını zamanla kaybedeceğiz ve unutacağız. Ama bazıları baki
kalacak ve çocuklarımıza devrim yaptık demesek de (ki devrimi savunmuyorum) bu
deyimi dilimize bu olayla kattık ve ben de oradaydım diyeceğiz. Yaşadığımız ve
gördüğümüz bu gerçeküstü, daha doğrusu tabir-i caizse şirinler ortamını gururla
anlatacağız. Aç olanlara nasıl yemek dağıttığımızı, birbirimizi nasıl tedavi
ettiğimizi anlatacağız. Sigara alma – verme olaylarını anlatmayalım ama iyi
örnek olalım çocuklarımıza. :)
Şimdi
kazandığımız o deyimlere gelelim. Öncelikle Twitter sayesinde her şeyin önüne #
koyma alışkanlığını edindik. Facebook’un da artık etiketlemeyi destekliyor
olması iki sosyal medya aracındaki ifadeleri, alakasız fotoğraflardaki
yorumları bile değiştirdi. #direnhede, #direnhödö diye yazmaya başladık. Haber
içerikli her iletinin altına “Kesin bilgi mi?” yazar olduk. Artık başımıza
gelen her kötü durumda “Halkımıza nazar değdi” diyoruz. Parti anlayışımız
değişti ve en sevdiğimiz şarkı Everyday I’m
çapulling oldu. Son dönemlerde inşaat işçileri gibi dolaştığımızdan
mütevellit maske, inşaat kaskı konusunda bir eğilim oluşturduğumuzu
söyleyebiliriz. Dahası biber gazı tedavisinde kullandığımız Süt Limon Sirke adında yeni bir film
içlemesi ile Semih Kaplanoğlu’na rakip bile olabiliriz. Toma artık bizim için
ağaç sulayan belediye arabası, polis kelimesi ile aklımıza kötü şeylerin
gelmesine sebep olan bir kavram. Kırmızı ve Siyah Elbiseli Kız bizim için
bir markanın reklam kampanyası değil, kadının gücünü simgeler oldu. Bir olayın saçmalığını
anlatmak için artık “Karanlıktaki kedigözleri” dememiz yeterli. Matematiksel
sorunu olan arkadaşlara kaç milyar ağaç dikildiğini hesaplatıyoruz. Çapulcu
kelimesinin bir zamanlar başka anlamlara geldiğini ama bu anlamı TDK’de
bulamayacağımızı artık biliyoruz. Penguenler bizim için sadece kuzey kutbunda
yaşayan bir hayvan değil, yandaş medyanın simgelemiş hali, direnişin maskotu.
Biliyorum ki yukarıda
verdiğim örnekler binde biri. Daha bir sürü
kazandığımız kavram ve deyim var. Ben kendi adıma hiçbir şey gerçekleştiremesek
bile veya öyle düşünülse de aslında en zor olanı başardık. Bir dile yeni
kelimeler kattık. Halkımızı ayrım yapmaksızın birleştirebildik. Adeta hepimiz
bir Shakespeare gibi insanlarız benim gözümde. Son olarak da yolumuzu
kaybetmemek adına kedigözlerini takip etmeliyiz. Tomasız günler dilerim!
1 Haziran 2013 Cumartesi
Uyan Türkiye
An itibariyle Taksim'den dönmüş bulunmaktayız. Şu an için Taksim Meydanında ve Gezi Parkında polis bulunmamakta. İnsanlarımız güzelce oturuyor, şarkısını söylüyor, oyun oynuyor ve omuz omuza yapılan bu polis şiddetine ve faşizme direniyor. Beşiktaş'ta polis saldırıları olduğunu okudum. Açıkçası biz o tarafa geçmediğimiz için kesin bir bilgim yok. Taksim'de hala kesif gaz kokusu devam etmekte. Girişte bizi bile rahatsız etti. Mobil internet kesinlikle çalışmıyor orada. Halk Tvnin orada olduğunu biliyorum fakat bizim olduğumuz yerlerde hiç bir medya kuruluşu yoktu! Fakat şunu önemle belirtiyorum; lütfen vandalizme yönelmeyelim. Sesimizi orada var olarak çoğalarak belli edelim.
Biz ayyaş olduk, biz örgüt olduk, biz kaymak tabaka olduk Tayyip'in gözünde. Ama şu anda Taksim'de olan şudur. Biz üç kişi gittik o bir milyona karıştık. Oradaki tüm halk çerkez, ermeni, sünni, alevi, sağcı, solcu, müslüman, hristiyan, yahudi, zengin, fakir, esnaf, memur, öğrenci. Ama en önemlisi oradaki herkes TÜRK. Türklük bir ırk değildir; türklük bu topraklarda omuz omuza kardeşçe yaşamaktır. Bunun en güzel kanıtı şu anda Taksimdeki direniştir. Bizi inançlarımızı alet ederek birbirimize düşürmeye çalıştılar. 10 senedir uyuduk. Ama şimdi UYAN TÜRKİYE. Geç değil. Biz on senedir sustuk, karşı görüşe inançlısına saygı duyduk. Ama iktidardan karşılığında ne gördük. YASAK YASAK YASAK! Çözüm bu mu?
Kapatın televizyonlarınızı. Sokaklara çıkın. Güvenilir arkadaşlarınızdan, sokağa çıkanlardan takip edin olayları. Haberlerde gösterilen sağı solu kıran insanlar, polise taş atan iki üç kişi. Bunlar doğru değil. Bu tepkinin büyümesinin sebebi sessiz sakin görüşünü bildiren insanlara yapılan bu acımasız saldırıdır.
Çevre otellerden direnişçilere büyük yardım var. Divan Otel, Hilton Otel, Point Otel lobilerini insanlarımıza açmışlar ve tuvalet su gibi konularda yardımcı oluyorlar. Bunun dışında yardım getiren başka direnişçilerde mevcut. Şu an için Taksim'e Harbiye girişine barikatlar kuruluyor. Yarın olası bir polis saldırısı için yollar kapanıyor.
Keşke imkanınız olsa, keşke herkes taksimde bir saat bile olsa, tek vücut tek yürek olsak. İmkanınız yoksa bile takip edin, tavır alın, susmayın.
Başbakan diyor ki; iki üç çete çıkmış. Biz çetelere eyvallah etmeyiz. Biz çete değiliz. Biz TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARIYIZ. Başbakan bizi on senedir ötekileştirdi. Bu mesele müslüman olup olmamak değil. Bu mesele ateist gençler yetiştirmek değil. Bu mesele laikliği kaybedip ülkeyi dini alet ederek yönetmektir. Bu mesele %50'ye güvenip at koşturabileceğini zannetmektir. Ey efendi! Sen sanıyor musun ki %50'yi memnun edince diğer %50 susacak.
Bu gün oradaki insanların hepsi ateist mi, hepsi çete mi? Bu nasıl bir örgüttür ki bir milyon üyesi var ama sokağa çıkmak için on sene beklemiş. Bu hangi akla sığar? Tayyip çıkıp konuşma yapıyor ama tek bahsettiği park, diktiği ağaçlar. Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu. Artık halkını ezemeyeceksin. Susturamayacaksın.
Biz bu cumhuriyeti tek yürek olarak kurduk. Milletimizi düşünmedik. Sokağa çıkıyoruz. Çünkü bu ülkede kardeşçe haklarımızı kaybetmeden yaşamak istiyoruz. Bu ülkede yaşanmıyor deyip kaçmak istemiyoruz. Sen namazını kılacaksan, başın kapalı okula gireceksen, tarikatlarını kuracaksan, biz de ondan sonra içkimizi içeceğiz, kürtajımızı olacağız, parkımızda oturacağız. Sen bize taş atma, biz de sana! Müslümanlık kardeşe tokat atmak değildir, saygıyla beraber yaşamaktır. İslam sevgi dinidir. Mevlana'nın dediği gibi; "Ne olursan ol gel" diyeceksin!
İstifayı görmeden durmak yok! Bu hükümet değil 2023'ü diğer ayı bile göremeyecek. Halktan yeni biri yükselecek. Sesimiz olacak, olmalı! İnternette yayılan asparagas haberlere inanmayın. Çıkın sokaklara, ışığınızı açın kapatın, tencere tavanızla balkona çıkın. Ama siz de bizdenseniz, sizin de vicdanınız varsa, sizin de kanınız akıyorsa hala SUSMAYIN, SUSTURUN!
Biz ayyaş olduk, biz örgüt olduk, biz kaymak tabaka olduk Tayyip'in gözünde. Ama şu anda Taksim'de olan şudur. Biz üç kişi gittik o bir milyona karıştık. Oradaki tüm halk çerkez, ermeni, sünni, alevi, sağcı, solcu, müslüman, hristiyan, yahudi, zengin, fakir, esnaf, memur, öğrenci. Ama en önemlisi oradaki herkes TÜRK. Türklük bir ırk değildir; türklük bu topraklarda omuz omuza kardeşçe yaşamaktır. Bunun en güzel kanıtı şu anda Taksimdeki direniştir. Bizi inançlarımızı alet ederek birbirimize düşürmeye çalıştılar. 10 senedir uyuduk. Ama şimdi UYAN TÜRKİYE. Geç değil. Biz on senedir sustuk, karşı görüşe inançlısına saygı duyduk. Ama iktidardan karşılığında ne gördük. YASAK YASAK YASAK! Çözüm bu mu?
Kapatın televizyonlarınızı. Sokaklara çıkın. Güvenilir arkadaşlarınızdan, sokağa çıkanlardan takip edin olayları. Haberlerde gösterilen sağı solu kıran insanlar, polise taş atan iki üç kişi. Bunlar doğru değil. Bu tepkinin büyümesinin sebebi sessiz sakin görüşünü bildiren insanlara yapılan bu acımasız saldırıdır.
Çevre otellerden direnişçilere büyük yardım var. Divan Otel, Hilton Otel, Point Otel lobilerini insanlarımıza açmışlar ve tuvalet su gibi konularda yardımcı oluyorlar. Bunun dışında yardım getiren başka direnişçilerde mevcut. Şu an için Taksim'e Harbiye girişine barikatlar kuruluyor. Yarın olası bir polis saldırısı için yollar kapanıyor.
Keşke imkanınız olsa, keşke herkes taksimde bir saat bile olsa, tek vücut tek yürek olsak. İmkanınız yoksa bile takip edin, tavır alın, susmayın.
Başbakan diyor ki; iki üç çete çıkmış. Biz çetelere eyvallah etmeyiz. Biz çete değiliz. Biz TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARIYIZ. Başbakan bizi on senedir ötekileştirdi. Bu mesele müslüman olup olmamak değil. Bu mesele ateist gençler yetiştirmek değil. Bu mesele laikliği kaybedip ülkeyi dini alet ederek yönetmektir. Bu mesele %50'ye güvenip at koşturabileceğini zannetmektir. Ey efendi! Sen sanıyor musun ki %50'yi memnun edince diğer %50 susacak.
Bu gün oradaki insanların hepsi ateist mi, hepsi çete mi? Bu nasıl bir örgüttür ki bir milyon üyesi var ama sokağa çıkmak için on sene beklemiş. Bu hangi akla sığar? Tayyip çıkıp konuşma yapıyor ama tek bahsettiği park, diktiği ağaçlar. Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu. Artık halkını ezemeyeceksin. Susturamayacaksın.
Biz bu cumhuriyeti tek yürek olarak kurduk. Milletimizi düşünmedik. Sokağa çıkıyoruz. Çünkü bu ülkede kardeşçe haklarımızı kaybetmeden yaşamak istiyoruz. Bu ülkede yaşanmıyor deyip kaçmak istemiyoruz. Sen namazını kılacaksan, başın kapalı okula gireceksen, tarikatlarını kuracaksan, biz de ondan sonra içkimizi içeceğiz, kürtajımızı olacağız, parkımızda oturacağız. Sen bize taş atma, biz de sana! Müslümanlık kardeşe tokat atmak değildir, saygıyla beraber yaşamaktır. İslam sevgi dinidir. Mevlana'nın dediği gibi; "Ne olursan ol gel" diyeceksin!
İstifayı görmeden durmak yok! Bu hükümet değil 2023'ü diğer ayı bile göremeyecek. Halktan yeni biri yükselecek. Sesimiz olacak, olmalı! İnternette yayılan asparagas haberlere inanmayın. Çıkın sokaklara, ışığınızı açın kapatın, tencere tavanızla balkona çıkın. Ama siz de bizdenseniz, sizin de vicdanınız varsa, sizin de kanınız akıyorsa hala SUSMAYIN, SUSTURUN!
1 Mayıs 2013 Çarşamba
Enteresan Olaylar
Canlar bu gün bu ilginç bilgilere denk geldim. Sizinle paylaşayım dedim. Bakalım siz ne kadar şaşıracaksınız.
M.Ö. 8000'lerde yani Fırat Irmağı'nın kuzeybatısında tarımın henüz başladığı çağda, dünyada 8 milyon insan yaşıyordu. Bugün bukadar insan tek bir kentte yaşamakta.
Eski Mısır'lılar, her insanın ölümden sonraki son yargılanması sırasında, 42 şeytanın bulunduğuna inanırlardı. Bu 42 şeytan, aslında Mısır'ın 42 bölgesini simgeliyordu ve inanca göre şeytanlar çlünün ruhuna Mısır'ın 42 bölgesi hakkında sorular sormakla görevliydiler, doğru cevapların verilmemesi halinde ruh şeytanların eline verilirdi. İlginç ama gerçek, bu yüzden her Mısır'lı yaşarken memleketini iyi öğrenmek zorundaydı. İyi bir öğretme yöntemi değil mi?
Bilinen tüm tarih içinde Hz. İsa döneminde yaşanan tarihi olaylar hakkında yazılan ilk belge, bir İngiliz eğitimcisi olan Bede tarafından, MS 700 yılında yani İsa'dan 700 yıl sonra yazıldı.
Orta Amerika'da Mayalar tarafından yazılmış, ağaç kabuğundan yapılmış üç kodeks yani papirüs belge, Mısır hiyeroglifleriyle yazılıdır. Dünya o zamanda küçük değildi herhalde...
Doğum kontrolü ile ilgili en eski belge , MÖ 1850'den kalan bir Mısır papirüsüdür. Kadın vajinasına bal, soda, timsah pisliği ve birtür zamk konmalıydı. Arkeologlar bu karışımı denediler, işe yarıyordu ama ortada bir erkek olmadığı taktirde...
Venüs gezegeni sabah ve akşam saatlerinde görülür. Mayalar bu gezegenin doğuş ve batışını sadece 14 dk. farkla hesaplamışlardır.
Eski Akdeniz uygarlıklarında, sabun bilinmiyordu. Yıkanmak için zeytinyağı kullanılırdı.
1946 yılında, 6. yüzyılda Sina Dağı'nda kurulmuş olan St. Catherine adlı ortodoks manastırını ziyaret ettiğinde, rahiplerin hiçbirisinin İkinci Dünya Savaşı'ndan habersiz olduklarını, Birinci Dünya Savaşı'nı ise çok azının bildiğini öğrendi.
1700'lerin ikinci yarısında Avrupa'nın en muhteşem sarayı olan Versailles'ı müsrif kral 14. Louis yaptırmıştı, inanmayacaksınız ama tam 2000 odalı sarayda bir tane, evet sadece bir adet tuvalet vardı ve oda kraliyet ailesine aitti.
1890'da Etiyopya Kralı 2. Menelek yeni keşfedilen elektrikli sandalyeyi duydu ve idamlarda kullanmak için ABD'den bir tane getirtti. Ama Etiopya'da elektrik bulunmuyordu, üç şirketle anlaşarak elektrik üretme çalışmalarını başlattı ama her nedense başarılı olunamadı ve elektrikli sandalye kullanılamadı. Fakat Kral sandalyeyi sevmişti, taht salonuna koydurarak uzun bir zaman boyunca üzerinde oturdu.
19 Nisan 2013 Cuma
Biri Bizi Yazıyor
Son zamanlarda hepimiz sosyal medyada yaşıyoruz, yazıyoruz, yorumluyoruz. Bazen çok bildiğimiz konulara değiniyoruz. Öyle oluyor ki karakterler yetmiyor bilgimize. Bazen de hiç bilmediğimiz bir konuyu görüyoruz, okuyoruz, öğreniyoruz. Sosyal medyayı takip ederek gündemi öğrenmek artık daha kolayımıza gelir oldu. Ankara'da patlama oluyor. Youtube'ta cep telefonuyla çeken bir çocuktan izliyoruz olayı canlı canlı. Amerika'da bir olay oluyor, 9gag'e girip olayla ilgili memeleri okuyoruz.
Dünya bir tık uzaklıkta artık. Hepimiz aynı yerde var oluyoruz. Evet, aynı yerde yaşıyoruz aslında. Başka yerlerde yaşayıp başka kültürlerle yoğurulup ayrı dilleri konuşarak aynı şeyleri paylaşıyor ve öğreniyoruz. Sosyal medyayı avantaja çevirmek kadar dezavantaja çevirmek de mümkün. Öyle ki olaydan haberi olmayan biri de blogunuza yorum yapabiliyor veya bilgisiz bir insanın yazdığı bir tweet'e bakarak şaşırıp kalıyorsunuz.
Densiz insanlar her alanda var, bu konuya lafım yok. Sosyal medyayı abarttığımıza dair yorumlar yapsak da haydi internetsiz bir hayat düşünün. Facebook kullanmayabilirsiniz. Ama şu söylediğim sitelerden birinde illa ki üyeliğiniz vardır; Facebook, Twitter, Friendfeed, Youtube, Google Plus, Pinterest, Tumblr, Blogspot, Wordpress, Instagram, Imdb, Msn, Tripadvisor, Booking vesaire. Bunlar olmadan bir hayat düşünün. Tatil planlarken otel araştırıp yapılan yorumları göremiyorsunuz. Balayınız için seçtiğiniz şehir ile ilgili fotoğrafları göremiyorsunuz. İş ararken şirket bilgilerine ve çalışanlara ulaşamıyorsunuz. En sevdiğiniz grubun konser tarihlerini öğrenemiyorsunuz. "İnternetten önce nasıl yaşıyorduk?" Bu sorunun cevabını vermek mümkün değil gibi. Kaybettiğimiz değerlerin yanında kazandığımız kolaylıklar da yadsınamaz. Artık protesto etmek sokaklara dökülmek değil isminin başına TC koymak oldu. Meme kanserine yardım etmek vakfa yardım etmek değil, sütyenimizin rengini Facebook'a yazmak oldu.
Çok uzak değil. Bundan yirmi sene önce annelerimize babalarımıza şunları söyleseydik ne derlerdi? "Her yediğinin fotoğrafını herkesle paylaşacaksın, düğününe davetiyeyle değil internetle çağıracaksın, her adımını yazacak, şehrinde geçen ekstrem durumu anında paylaşacaksın. Bunlarla kalmayacak. İnsanlar da sana anında yorum yapacak. Seni eleştirebilecek veya seni beğenecek. Yirmi senedir görmediğin askerlik arkadaşının torununun ilk doğum gününü göreceksin." Evet, biri bizi gözetliyor ve biz de birilerini gözetliyoruz. Ne kadar bu durumun içinde ben de yaşasam da George Owell'ın 1984 eseri ile ne kadar öngörüşlü olduğuna hayran kalmamak elde değil. Diğer yandan da bir ütopyanın karakterleri olmak nedir, iyi midir, kötü müdür düşünmek gerekir.
Dünya bir tık uzaklıkta artık. Hepimiz aynı yerde var oluyoruz. Evet, aynı yerde yaşıyoruz aslında. Başka yerlerde yaşayıp başka kültürlerle yoğurulup ayrı dilleri konuşarak aynı şeyleri paylaşıyor ve öğreniyoruz. Sosyal medyayı avantaja çevirmek kadar dezavantaja çevirmek de mümkün. Öyle ki olaydan haberi olmayan biri de blogunuza yorum yapabiliyor veya bilgisiz bir insanın yazdığı bir tweet'e bakarak şaşırıp kalıyorsunuz.
Densiz insanlar her alanda var, bu konuya lafım yok. Sosyal medyayı abarttığımıza dair yorumlar yapsak da haydi internetsiz bir hayat düşünün. Facebook kullanmayabilirsiniz. Ama şu söylediğim sitelerden birinde illa ki üyeliğiniz vardır; Facebook, Twitter, Friendfeed, Youtube, Google Plus, Pinterest, Tumblr, Blogspot, Wordpress, Instagram, Imdb, Msn, Tripadvisor, Booking vesaire. Bunlar olmadan bir hayat düşünün. Tatil planlarken otel araştırıp yapılan yorumları göremiyorsunuz. Balayınız için seçtiğiniz şehir ile ilgili fotoğrafları göremiyorsunuz. İş ararken şirket bilgilerine ve çalışanlara ulaşamıyorsunuz. En sevdiğiniz grubun konser tarihlerini öğrenemiyorsunuz. "İnternetten önce nasıl yaşıyorduk?" Bu sorunun cevabını vermek mümkün değil gibi. Kaybettiğimiz değerlerin yanında kazandığımız kolaylıklar da yadsınamaz. Artık protesto etmek sokaklara dökülmek değil isminin başına TC koymak oldu. Meme kanserine yardım etmek vakfa yardım etmek değil, sütyenimizin rengini Facebook'a yazmak oldu.
Çok uzak değil. Bundan yirmi sene önce annelerimize babalarımıza şunları söyleseydik ne derlerdi? "Her yediğinin fotoğrafını herkesle paylaşacaksın, düğününe davetiyeyle değil internetle çağıracaksın, her adımını yazacak, şehrinde geçen ekstrem durumu anında paylaşacaksın. Bunlarla kalmayacak. İnsanlar da sana anında yorum yapacak. Seni eleştirebilecek veya seni beğenecek. Yirmi senedir görmediğin askerlik arkadaşının torununun ilk doğum gününü göreceksin." Evet, biri bizi gözetliyor ve biz de birilerini gözetliyoruz. Ne kadar bu durumun içinde ben de yaşasam da George Owell'ın 1984 eseri ile ne kadar öngörüşlü olduğuna hayran kalmamak elde değil. Diğer yandan da bir ütopyanın karakterleri olmak nedir, iyi midir, kötü müdür düşünmek gerekir.
Etiketler:
1984,
blogspot,
booking,
facebook,
friendfeed,
george owell,
google plus,
imdb,
instagram,
msn,
pinterest,
sosyal medya,
tripadvisor,
tumblr,
twitter,
ütopya,
wordpress,
youtube
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)