İnsan bazen yalnız kalmak ister, kendi içine dönmek ister. Kendini sorgulamak, kendini keşfetmek bazen de kaybetmek ister. Sonsuz bir sessizlik içinde kaybolmak istersiniz o zamanlarda. Nefes alıp verişinizi, hatta kalbinizin atışını duyarsınız. Bomboş bir oda bulmak istersiniz, sayısız gece orada yatmak. İnanırsınız ki içiniz de beyninizde boşalacaktır o boş odada. Kafanızı dolduran gerekli gereksiz bilgiler, kulağınızdan silinmeyen yerli yersiz cümleler, burnunuza sinmiş kirli paslı sokakların kokuları silinsin istersiniz ve kaçarsınız içinizi dolduran herşeyden.
..ve bir gün herkesin karşısına böyle bir fırsat gelir. Ya ıssız bir yere kaçma imkanı bulur, ya da böyle bir dönemden geçerken bulursunuz kendinizi. Belki hayatınızı zirvede durdurmak istemişsinizdir, belki de hayatınızın en büyük dibe vuruşudur bu. O boş odada buluverirsiniz kendinizi. Kalp atışlarınızı duyarsınız ve nefes alıp veriş sesleriniz yankılanır odanın duvarlarında. Ama o gün korkarsınız kendinizden. Çünkü insanoğlu o kadar yabancı büyür ki kendine zannettiğiniz gibi huzur çalmaz kapınızı. Anlarsınız ki sadece yıllardır ruhunuzu taşıdığınız o hantal ve yabancı vücudunuzla baş başa kalmışsınızdır. İnsan kendini tanıtmaz hiç kendine. Hayat boyu birilerine kendimizi anlatma, tanıştırma ve kabul ettirme işleriyle o kadar meşgul oluruz ki kendimizi sevmek için sebep aramak aklımıza gelmez hiç. O koca yalnızlıkta ruhunuz bedeninize sığmaz olur. Yabancı bir hücrede gibi kaçmak ister oradan. Nefesleriniz azalır, boğazınız sıkılır, ruhunuz kaçmak için her yolu dener. Siz toplumda var olabilen ama kendine bir yabancı (bir yabani) olmayı başarmışsınızdır. Önce kendinizi kendinize yüceltmeden kendi beyninizi bedeninizi pazara sunmuşsunuzdur. Ama aslında malını tanımayan, malına güvenmeyen beceriksiz esnaftan farkınız yoktur artık.
Böyle bir ucuzlukla yüz yüze geliyor olmak korkutur sizi. Kendini tanımış olma erdemine ermemek sizi vahşileştirir ve kendinizi suçlamak yerine pazara gelen müşteriyi suçlarsınız. Yüzleşmekten korktukça o bıktığınız hayatınızı, o duymak istemediğiniz gürültüleri, keşmekeş sokaklarda tüten pis kokuları özler olursunuz. Kendinize baktıkça bir hiç görürsünüz ve varolduğunuz yere, sokaklara, kalabalıklara dönmek için can atarsınız artık. O boş odanın duvarları üstünüze gelir, sessizlik kulaklarınızı tırmalar. Monoton sesini duymamak için kalbinizi sıkıp durdurmak istersiniz. Çünkü siz hayat boyunca tek başına evde oturarak değil, sokaklarda var olmuşsunuzdur. Birilerinin sizi övmesine, beyninize göre size para vermesine, birilerinin ağız kokusunu çektikçe saygı görmeye alışmışsınızdır. Onca geçen zamandan sonra kendinizi unutmuş belki de hiç tanımamışsınızdır. Karşınıza çıkan o fırsatla da tanımaya çalışmazsınız kendinizi, yeni bir beni keşfetmeye cesaretiniz yoktur. Çünkü siz sadece yaşam boyu kullandığımız kalıpları bilirsiniz. Kalıplarını kırmak her baba yiğidin harcı değildir nasıl olsa.
Geri dönersiniz o nefret ettiğiniz hayatınıza. Yeniden sokaklara karışır, para kazanır, aşık olur, düşünmeden ve kendini tanımayan bir hiç olarak yaşamaya başlarsınız. Ama en acı olanı ve en ikiyüzlü tarafınız ise şudur. Daha geri dönmenizin kırkı çıkmadan yine içinde olduğunuz hayattan şikayet etmeye başlarsınız. Yine aynı hayalleri kurarsınız ve asla hiç tanımadığım kendimle baş başa kalınca ne yapacağım diye sormazsınız kendinize. Öyle ya insan tanımadığı birine soru sormaz, tabii yolunu kaybetmedikçe...
28 Eylül 2011 Çarşamba
22 Eylül 2011 Perşembe
Bir Genç Kızın Gizli Blogu
Evde kaldığım süre zarfında zamanla evrim geçirdiğime şahit oluyorum. Evrelerimi sizinle paylaşmayı da bir borç bildim. Zeusun kızı ve evrenin torunu olarak kendi özüme cinsiyetime adım adım dönerken çağdaş tarafımı eve girerken usulca portmantoya bırakıyorum.
İlk günler:
Saat 11 sularında telefonumun çalması ile uyanıyorum. Okula veya işe geç kalmışçasına içime bir şüphe düşüyor. Ama sonrası aklıma hiç bir işim olmadığını getirerek yatakta biraz daha debeleniyorum. Sonra mesanemin dolu olduğuna dair aldığım sinyaller ile kalkıyorum. Güzel bir kahvaltı hazırlıyorum kendime. Biraz dergi/kitap okuyorum. İnternete bakıyorum. Çarşıda ufak tefek işleri halletmek için süslenip püslenip dışarı çıkıyorum. Kendime bir çay ısmarlayıp eve dönüyorum. Annem yemek yapma dediği için saat altıyı bekliyorum. Annem geliyor, biraz atıştırıp televizyon karşısına geçiyoruz. Dizi beğenip izlemeye başlıyoruz. Annemi baştan çıkartıp mısır patlattırıyorum. Annem çok geç olmadan yatıyor ben de bilgisayar başına kuruluyorum. Bu boşluk hali ve evdeki sessizlik inanılmaz huzur veriyor. Gece 3 civarı yatıyorum.
İlerleyen günler:
Artık geceleri başvurduğum işleri düşünmekten uyku tutmadığı için daha da geç yatıyorum. Uyanmam da öğlen biri ikiyi buluyor. Önceki makyajlı suratımı uyumaktan şişmiş bir surat alıyor. Ama okuyacak kitaplarım hala bitmediği için kendimi iyi hissediyorum. Kahvaltılara özenmiyorum artık, bir dilim birşey ile geçiştiriyorum. Akşama bir makarna yapıyorum. Kadın programları izliyorum dalga geçerek. Biraz eğlenip biraz da iş bulma sitelerine bakıyorum. "Daha ararlar zamanı var" diyorum. Annem geliyor. Yemek yeniyor. Çay demleniyor. Ardından kahve yapıyorum ve hemen her gece bıkmadan baktığımız kahve falı faslı yaşanıyor. "Bir yerle görüşüyorsun, çok iyi para gelecek sana, bir de falında aslan çıkmış" tarzı laflar söyleniyor. Annem bir divana yatmış, ben karşısında yayılıyorum. Dizimize dalıyoruz yine, bazen zamansız bir misafir geliyor. Evin kızı olarak ikram yapıyorum. Komşu muhabbeti yapıyorum. Annem yatıyor. Ben yine bilgisayarın başına tünüyorum. Gece 4'te gözlerim kan çanağı olmuş bir halde yatıyorum.
Son günler:
Öğlen iki buçukta sevgili sevgilimin aramasıyla uyanıyorum, yoksa uyanacağım yok. Duş alıyorum ayılmak için. Ama jet-lag yaşayan bünyem ne suyla ne de içilen sabah çayı ile kendine geliyor. Telefonun yüzüne bakmaz oluyorum nasılsa çalmıyor diye. Emmys sayesinde öğrendiğim dizileri izlemeye başlıyorum. Nasılsa bu evde sezonlar bitirecek kadar vakit geçireceğim daha diye düşünüyorum. Okunacak kitaplar da bitiyor. Bienal/filmekimi hakkındaki haberleri pas geçiyorum nette. Bilmezsem merak etmem çünkü. Akşam için yapacağım yemekleri düşünüyorum. Evde ne var ne yok kontrol ediyorum. Gece sıkıntı ile poğaça yapma ihtimalim yüksek! Yemeklerden kısmaya başlıyorum. Oturdukça büyüttüğüm kasem ile iyice ev kızı olmaktan korkuyorum. Pilates yapsam diyorum ama üzerimdeki tatlı uyuşukluğu atmak çok zor geliyor. Sigaram bitiyor ama dört kat inip büfeye gitmek gözümde büyüyor. İnsan canlısını görmek bile istemiyorum. Zaten para da suyunu çekmeye başlıyor. Son kredimi çekmişim çünkü. Kimse aramıyor diye içim bunalıyor birden. Camdan dışarı bakıyorum. Ekim yaklaşıyor ve Zeus şimşek oklarını üstümüze salmaya başlıyor. Her yer kıyamet gibi karanlık, ıslak. Sonra keyifleniyorum. "İyi ki çalışmıyorum" diyorum, "dışarıda bu hengamede çalışıyor olmak vardı." Gidiyorum kendime bir çay yapıp keyif sigarası yakıyorum.Ve yeni halimi sevmeye başlıyorum.
İlk günler:
Saat 11 sularında telefonumun çalması ile uyanıyorum. Okula veya işe geç kalmışçasına içime bir şüphe düşüyor. Ama sonrası aklıma hiç bir işim olmadığını getirerek yatakta biraz daha debeleniyorum. Sonra mesanemin dolu olduğuna dair aldığım sinyaller ile kalkıyorum. Güzel bir kahvaltı hazırlıyorum kendime. Biraz dergi/kitap okuyorum. İnternete bakıyorum. Çarşıda ufak tefek işleri halletmek için süslenip püslenip dışarı çıkıyorum. Kendime bir çay ısmarlayıp eve dönüyorum. Annem yemek yapma dediği için saat altıyı bekliyorum. Annem geliyor, biraz atıştırıp televizyon karşısına geçiyoruz. Dizi beğenip izlemeye başlıyoruz. Annemi baştan çıkartıp mısır patlattırıyorum. Annem çok geç olmadan yatıyor ben de bilgisayar başına kuruluyorum. Bu boşluk hali ve evdeki sessizlik inanılmaz huzur veriyor. Gece 3 civarı yatıyorum.
İlerleyen günler:
Artık geceleri başvurduğum işleri düşünmekten uyku tutmadığı için daha da geç yatıyorum. Uyanmam da öğlen biri ikiyi buluyor. Önceki makyajlı suratımı uyumaktan şişmiş bir surat alıyor. Ama okuyacak kitaplarım hala bitmediği için kendimi iyi hissediyorum. Kahvaltılara özenmiyorum artık, bir dilim birşey ile geçiştiriyorum. Akşama bir makarna yapıyorum. Kadın programları izliyorum dalga geçerek. Biraz eğlenip biraz da iş bulma sitelerine bakıyorum. "Daha ararlar zamanı var" diyorum. Annem geliyor. Yemek yeniyor. Çay demleniyor. Ardından kahve yapıyorum ve hemen her gece bıkmadan baktığımız kahve falı faslı yaşanıyor. "Bir yerle görüşüyorsun, çok iyi para gelecek sana, bir de falında aslan çıkmış" tarzı laflar söyleniyor. Annem bir divana yatmış, ben karşısında yayılıyorum. Dizimize dalıyoruz yine, bazen zamansız bir misafir geliyor. Evin kızı olarak ikram yapıyorum. Komşu muhabbeti yapıyorum. Annem yatıyor. Ben yine bilgisayarın başına tünüyorum. Gece 4'te gözlerim kan çanağı olmuş bir halde yatıyorum.
Son günler:
Öğlen iki buçukta sevgili sevgilimin aramasıyla uyanıyorum, yoksa uyanacağım yok. Duş alıyorum ayılmak için. Ama jet-lag yaşayan bünyem ne suyla ne de içilen sabah çayı ile kendine geliyor. Telefonun yüzüne bakmaz oluyorum nasılsa çalmıyor diye. Emmys sayesinde öğrendiğim dizileri izlemeye başlıyorum. Nasılsa bu evde sezonlar bitirecek kadar vakit geçireceğim daha diye düşünüyorum. Okunacak kitaplar da bitiyor. Bienal/filmekimi hakkındaki haberleri pas geçiyorum nette. Bilmezsem merak etmem çünkü. Akşam için yapacağım yemekleri düşünüyorum. Evde ne var ne yok kontrol ediyorum. Gece sıkıntı ile poğaça yapma ihtimalim yüksek! Yemeklerden kısmaya başlıyorum. Oturdukça büyüttüğüm kasem ile iyice ev kızı olmaktan korkuyorum. Pilates yapsam diyorum ama üzerimdeki tatlı uyuşukluğu atmak çok zor geliyor. Sigaram bitiyor ama dört kat inip büfeye gitmek gözümde büyüyor. İnsan canlısını görmek bile istemiyorum. Zaten para da suyunu çekmeye başlıyor. Son kredimi çekmişim çünkü. Kimse aramıyor diye içim bunalıyor birden. Camdan dışarı bakıyorum. Ekim yaklaşıyor ve Zeus şimşek oklarını üstümüze salmaya başlıyor. Her yer kıyamet gibi karanlık, ıslak. Sonra keyifleniyorum. "İyi ki çalışmıyorum" diyorum, "dışarıda bu hengamede çalışıyor olmak vardı." Gidiyorum kendime bir çay yapıp keyif sigarası yakıyorum.Ve yeni halimi sevmeye başlıyorum.
20 Eylül 2011 Salı
Filmekimi 2011
Yine bir sonbaharın başlangıcına gelmişken tüm sinemaseverler ve İstanbul halkı Filmekimi için heyecanla bekliyor. Bir sinemasever olarak ben de listedeki filmlere bakıp kendime göre bir topic list hazırladım. Hem kesin gidilecek filmlerimi söyleyecek hem de seveni olursa diye tavsiyede bulunacağım. Tabii ki bilirkişi değilim ama belki size seçimlerde bir yararım dokunur. ;)
*Başlıklara tıklayarak film fragmanlarını izleyebilirsiniz.
Margin Call
Başta konu olarak klasik bir amerikan filmi olduğunu düşündüm ama sağlam oyuncu kadrosunu görünce kesinlikle merak uyandıran bir film. Başta Jeremy Irons olmak üzere, Simon Baker, Demi Moore ve Stanley Tucci'nin performansları için izlemeye değer. Film, 2008'de yaşanan mali kriz esnasında bir yatırım bankasının 24 saatini anlatıyor. Ekonominin yönettiği bir dönemde yaşayan bizlerin paranın sadece bir kağıt parçası olmadığını görmememiz için iyi bir fırsat. Ayrıca yeni bir thriller tarzına göz kırpan film J.C. Chandor yönetmenliğinde çekilmiş.
Melancholia
Öncelikle bu filmi kesin listeme aldığımı belirtmek isterim. Fantastik film meraklısı biri olarak yeni tarzdaki çekim teknikleri ve inanılmaz görsel efektleri ile beni kendine aşık etmiş durumda. Kirsten Dunst'un yer aldığı Lars Von Tier filmi psikolojik göndermelere de sahip. Yönetmeninin hayranları bu filmi merakla beklemekteymiş. Film aile ilişkilerine de bir mercek tutuyor. Konusu, çiftimiz dünya evine girerken Melancholia adlı gezegenin dünyaya bodoslama dalmak üzere olduğudur. Bunun yanı sıra süregelen abla-kardeş ilişkilerini izlemekteyiz. Sanırım gezegenin adı da bize filmin genel havası ile ilgili bilgi vermekte. Bilim-kurgu sevmiyorum demek yerine bence önce bir fragmanı izleyin, eminim sizde de merak uyandıracak.
The Artist
1927 Hollywood'unu anlatan bir Michel Hazanavicius filmi. Film zamanına sadık kalarak siyah beyaz ve sessiz çekilmiş. Dönem oyuncularını ele alan komedi ve drama olarak nitelendirilen bir film. Eski zaman filmlerinin bir hayranı olarak 30 sene öncesine bugünün gözüyle nasıl baktıkları konusu bende merak uyandırdı. Onun yanı sıra film bence dönem kıyafetleri ve sinema tarzını yansıtmak açısından başarılı. Eski teknikleri sevmeyenler için sıkıcı olabilir ama ben her neslin atalarına sadık kalması inancındayım. Başrolleri ise Malcolm McDowell, John Goodman ve Missi Pyle paylaşıyor.
A Dangerous Method
Film Sigmund Freud ve Carl Jung'un psikanalize can verişini konu alıyor. Freud babanın konu olması ile film zaten listeye girmeye hak kazandı. Bu tarz bazı uyarlama filmler kötü olabiliyor. Fakat filmin IMDb'de 8.4 puan alması ve başrollerde Michael Fassbender, Keira Knightley ve Viggo Mortensen'in olması filmi izlemek için yeterli. Freud'un herşeyi cinselliğe bağlamasına zaman zaman kıl olsam da adamın psikolojinin babası olduğu gerçeğini yadsıyamam. Bu gerekçe bile hayatından bir kesiti görmek için iki saat ayırmaya yeterli.
The Devil's Double
Film Saddam Hüseyin'in oğlunun hayatını ele alıyor. Romandan uyalanan ve gerçek hayattan bir kesit olan film olayları dram yerine komediye vurarak anlatması ilginç. İki farklı kişiyi oynayan Dominic Cooper bu konuda ne kadar başarılı oldu bilinmez ama ekşi sözlükte okuduğum kadarıyla kendileri ikizler burcuymuş. Performansı konusunda bu bilgi beni ikna etti :) Diğer yandan komşu ülkemizin yakın tarihine göndermeler yapan bu filmin ne kadar doğruya yakın olduğu bende şüphe uyandırdı. Ama bence izlemeye değer. Çünkü fragmandan da göreceğiniz gibi çekim teknikleri, konuyu ele alış biçimleri ve Irak aksanlı ingilizceleri son dönem çekilen türk filmlerini andırıyor.
We Need to Talk About Kevin
Konusunu Lionel Shriver'ın romanından alan film kısaca gariban anne, psikopat oğul ikilisini ele alıyor. Fragmanı çok etkileyici olmakla beraber, önce gayet normal ilerleyen hikaye bir anda farklı bir boyuta geçerek dramada seyirciyi şoke edeceğini düşünüyorum. Hikayenin sahibi yazar filmin harika bir uyarlama olduğunu söylemiş. Herkesi içine alabilecek kadar gerçekçi olan film Tilda Swinton'ın oyunculuğunu sergileyerek başyapıt olmaya aday.
Café de Flore
Film farklı zamanlarda geçen iki ilişkiyi tek bir mekan ve şarkıyı birleştirerek anlatmakta imiş. Eleştirmenlerin macera olarak nitelendirdiği film türkçe adı ile Ruh Eşim IMDb'de 8.4 puan alarak dikkatleri çekiyor. Farklı zamanlardaki iki aşkı anlatan hikaye aşk filmi sevenler için ilginç bir deneyim olabilir. Çünkü iki hikaye de paralellik gösteriyor.
Sleeping Beauty
Parasız kalan bir üniversite öğrencisinin ilaç alıp olacakları unutmayı tercih ettiği bir hikaye. İlginç bir konusu var ve sanatla iç içe olan film kızın yer aldığı bir portrenin yapım aşamasını ele alıyor. Film sonunda hüsrana uğratabilir gibi. Ama izlenebilir.
Diğer izlenesi filmlere gelince;
Gerçek bir hikaye baz alınarak işlenen avustralya yapımı Snowtown drama ve suçu elen alan filmleri sevenler için ilgi çekici olabilir. Yakın bir kültürü ve Lübnanlı kadınların hristiyanlık ve müslümanlık arasındaki ilişki analizini inceleyen "Et maintenant, on va où?" adlı film fransız yapımı ve yine IMDb'de yüksek puan alan yapımlardan biri. Diğer yandan bizi yakınen ilgilendiren "Almanya - Willkommen in Deutschland" adlı film ise Almanya türklerini anlatırken komediyle harmanlayarak vizyona giriyor. Estonya yapımı "The Future" ve amerikan komedi örneği olan "Beginners" komedi dalında farklı bakış açıları ile izlenmeye değer. Son olarak ise yine bir dönem filmi olarak karşımıza çıkan Jane Eyre sevenleri için filmekiminde yer alıyor. Etkileyeci dönem kostümleri ve çekim teknikleri ile yine de izlenebilir. Sadece konusu bana artık çok işlendiği için bayat geldi :)
Benim naçizane tercihlerim bunlar. Yine de zevklerimiz ayrı olabilir. Sadece paylaşmayı bir görev bildim.
Bol filmli ekimler...
*Başlıklara tıklayarak film fragmanlarını izleyebilirsiniz.
Margin Call
Başta konu olarak klasik bir amerikan filmi olduğunu düşündüm ama sağlam oyuncu kadrosunu görünce kesinlikle merak uyandıran bir film. Başta Jeremy Irons olmak üzere, Simon Baker, Demi Moore ve Stanley Tucci'nin performansları için izlemeye değer. Film, 2008'de yaşanan mali kriz esnasında bir yatırım bankasının 24 saatini anlatıyor. Ekonominin yönettiği bir dönemde yaşayan bizlerin paranın sadece bir kağıt parçası olmadığını görmememiz için iyi bir fırsat. Ayrıca yeni bir thriller tarzına göz kırpan film J.C. Chandor yönetmenliğinde çekilmiş.
Melancholia
Öncelikle bu filmi kesin listeme aldığımı belirtmek isterim. Fantastik film meraklısı biri olarak yeni tarzdaki çekim teknikleri ve inanılmaz görsel efektleri ile beni kendine aşık etmiş durumda. Kirsten Dunst'un yer aldığı Lars Von Tier filmi psikolojik göndermelere de sahip. Yönetmeninin hayranları bu filmi merakla beklemekteymiş. Film aile ilişkilerine de bir mercek tutuyor. Konusu, çiftimiz dünya evine girerken Melancholia adlı gezegenin dünyaya bodoslama dalmak üzere olduğudur. Bunun yanı sıra süregelen abla-kardeş ilişkilerini izlemekteyiz. Sanırım gezegenin adı da bize filmin genel havası ile ilgili bilgi vermekte. Bilim-kurgu sevmiyorum demek yerine bence önce bir fragmanı izleyin, eminim sizde de merak uyandıracak.
The Artist
1927 Hollywood'unu anlatan bir Michel Hazanavicius filmi. Film zamanına sadık kalarak siyah beyaz ve sessiz çekilmiş. Dönem oyuncularını ele alan komedi ve drama olarak nitelendirilen bir film. Eski zaman filmlerinin bir hayranı olarak 30 sene öncesine bugünün gözüyle nasıl baktıkları konusu bende merak uyandırdı. Onun yanı sıra film bence dönem kıyafetleri ve sinema tarzını yansıtmak açısından başarılı. Eski teknikleri sevmeyenler için sıkıcı olabilir ama ben her neslin atalarına sadık kalması inancındayım. Başrolleri ise Malcolm McDowell, John Goodman ve Missi Pyle paylaşıyor.
A Dangerous Method
Film Sigmund Freud ve Carl Jung'un psikanalize can verişini konu alıyor. Freud babanın konu olması ile film zaten listeye girmeye hak kazandı. Bu tarz bazı uyarlama filmler kötü olabiliyor. Fakat filmin IMDb'de 8.4 puan alması ve başrollerde Michael Fassbender, Keira Knightley ve Viggo Mortensen'in olması filmi izlemek için yeterli. Freud'un herşeyi cinselliğe bağlamasına zaman zaman kıl olsam da adamın psikolojinin babası olduğu gerçeğini yadsıyamam. Bu gerekçe bile hayatından bir kesiti görmek için iki saat ayırmaya yeterli.
The Devil's Double
Film Saddam Hüseyin'in oğlunun hayatını ele alıyor. Romandan uyalanan ve gerçek hayattan bir kesit olan film olayları dram yerine komediye vurarak anlatması ilginç. İki farklı kişiyi oynayan Dominic Cooper bu konuda ne kadar başarılı oldu bilinmez ama ekşi sözlükte okuduğum kadarıyla kendileri ikizler burcuymuş. Performansı konusunda bu bilgi beni ikna etti :) Diğer yandan komşu ülkemizin yakın tarihine göndermeler yapan bu filmin ne kadar doğruya yakın olduğu bende şüphe uyandırdı. Ama bence izlemeye değer. Çünkü fragmandan da göreceğiniz gibi çekim teknikleri, konuyu ele alış biçimleri ve Irak aksanlı ingilizceleri son dönem çekilen türk filmlerini andırıyor.
We Need to Talk About Kevin
Konusunu Lionel Shriver'ın romanından alan film kısaca gariban anne, psikopat oğul ikilisini ele alıyor. Fragmanı çok etkileyici olmakla beraber, önce gayet normal ilerleyen hikaye bir anda farklı bir boyuta geçerek dramada seyirciyi şoke edeceğini düşünüyorum. Hikayenin sahibi yazar filmin harika bir uyarlama olduğunu söylemiş. Herkesi içine alabilecek kadar gerçekçi olan film Tilda Swinton'ın oyunculuğunu sergileyerek başyapıt olmaya aday.
Café de Flore
Film farklı zamanlarda geçen iki ilişkiyi tek bir mekan ve şarkıyı birleştirerek anlatmakta imiş. Eleştirmenlerin macera olarak nitelendirdiği film türkçe adı ile Ruh Eşim IMDb'de 8.4 puan alarak dikkatleri çekiyor. Farklı zamanlardaki iki aşkı anlatan hikaye aşk filmi sevenler için ilginç bir deneyim olabilir. Çünkü iki hikaye de paralellik gösteriyor.
Sleeping Beauty
Parasız kalan bir üniversite öğrencisinin ilaç alıp olacakları unutmayı tercih ettiği bir hikaye. İlginç bir konusu var ve sanatla iç içe olan film kızın yer aldığı bir portrenin yapım aşamasını ele alıyor. Film sonunda hüsrana uğratabilir gibi. Ama izlenebilir.
Diğer izlenesi filmlere gelince;
Gerçek bir hikaye baz alınarak işlenen avustralya yapımı Snowtown drama ve suçu elen alan filmleri sevenler için ilgi çekici olabilir. Yakın bir kültürü ve Lübnanlı kadınların hristiyanlık ve müslümanlık arasındaki ilişki analizini inceleyen "Et maintenant, on va où?" adlı film fransız yapımı ve yine IMDb'de yüksek puan alan yapımlardan biri. Diğer yandan bizi yakınen ilgilendiren "Almanya - Willkommen in Deutschland" adlı film ise Almanya türklerini anlatırken komediyle harmanlayarak vizyona giriyor. Estonya yapımı "The Future" ve amerikan komedi örneği olan "Beginners" komedi dalında farklı bakış açıları ile izlenmeye değer. Son olarak ise yine bir dönem filmi olarak karşımıza çıkan Jane Eyre sevenleri için filmekiminde yer alıyor. Etkileyeci dönem kostümleri ve çekim teknikleri ile yine de izlenebilir. Sadece konusu bana artık çok işlendiği için bayat geldi :)
Benim naçizane tercihlerim bunlar. Yine de zevklerimiz ayrı olabilir. Sadece paylaşmayı bir görev bildim.
Bol filmli ekimler...
17 Eylül 2011 Cumartesi
Çakralarınızı açın!
"Bu yazımda belli bir tema üstüne yoğunlaşmak yerine dağınık düşüncelerimi etrafa saçmayı yeğliyorum. Zira kafamı toplamak aylarımı alabilir."
Hala iş arayan daha doğrusu iş bulmanın arefesinde olan bir insan olarak var oluşum, yaptıklarım, isteklerim ve yapamadıklarım üstüne uzun bir süre zaman harcadım. Herşeyden öncesi biliyorum ki içimde kalan birşeyler yok. Herşeyi yeterince yaşadığımı ve ileri dönük planlar yapmak için hazır olduğumu düşünüyorum. Parasız pulsuz, sıkıntılı ama bir o kadar da eğlenceli öğrencilik hayatından sonra artık emeklerimin karşılığını alıp para kazanmak ve mevki edinmek istiyorum. Yeni mezun biri olarak gözüm çok da yükseklerde değil. Daha kendimi geliştirmem gerektiğini ve öğrenecek çok şeyim olduğunu biliyorum. Ülkemizin şartlarında işe istediğim yerden başlayamayacağımı da biliyorum. Ama elimdeki fırsatları en iyi şekilde kullanarak iyi bir başlangıç yapmak istiyorum.
Bu istekler doğrultusunda şu anda yapabildiğim tek şey iyiyi umut etmek ve istemek. Biliyorum ki beni başarıya ve mutlu bir hayata ulaştıracak olan şeyler bunlar. Çünkü her zaman düşünce gücüne, içgüdülerime inandım. Sizi enerjiye inan gibi söylemlerle sıkacak değilim. Sadece metafiziğe inandığımı ve bizim körelttiğimiz içgüdülerimizin gerçek olduğunu söylemek istiyorum. Hayvanların çoğu kez kullanarak haklı çıktıkları bu yöntem bizi terk etmeye başlamışken yeniden gün yüzüne çıkmaya başladı. Kitleleri inandırmak imkansız belki, şu anda sadece sosyetik kadınların inandığı bu durumu düşünürsek belki toprak ana sesini yanlış yere duyurmaya başladı. Ama onu farketmek zor değil. Buna inanan ve hayatını ona göre idame ettiren uzak doğulu milletleri düşünelim. Tabi ki de sadece enerjiye inan ve yan gelip yat diye birşey yok. Mantık ve duygu her zaman var olmalı. Ama nasıl ki mantık ve duygu paralel oldukça mutlu isek enerjiye olan inancımızı da sabit tuttukça mutlu oluruz.
Bahsettiğim fal bakmak veya 7/24 meditasyon yapmak değil. Sadece kendinizi dinlemeyi öğrenmelisiniz. Sadece düşünebilen bir hayvan olduğumuza inanmak beni hiç bir zaman mutlu etmedi. Bir çok keşfedilecek bilimin aramızda görülmeyen kozmik bağla ilgili olduğuna inanıyorum. Bir karınca yuvasındaki binlerce karınca nasıl sürekli birbirlerini tanıyor, tehlikeyi seziyor ise bizim de aynı içgüdüye sahip olmamız lazım. Bunu oturduğumuz apartmanlarda değil, doğayla baş başa kalarak çıplak ayaklarımızla toprakta yürüyüp hissedebiliriz. Kaçınız doğayı kalpten dinlediniz bilmiyorum. Ama gerçekten çok iyi geliyor.
Sen bunu nasıl biliyorsun diyeceksiniz. Ben herşeyden önce evrenin bir parçası olarak doğa tarafından sevildiğime inanıyorum ve ondan istediğim herşeyin karşılığını aldım. Olmayan isteklerimin de bir süre sonra benim için yanlış olduğunu farkettim. Çektiğim acı veya sıkıntıların hatalarımın karşılığı olduğu saçmalığına inanmıyorum. Sadece birşeyleri isterken korkularımı bırakmak yerine endişe duyarak doğayla yanlış iletişim kurduğuma inanıyorum.
Psişik bir insan değilim, ya da Rezzan Kiraz gibi ortalıkta sofra bezi giyip dolaşmıyorum. Üst insan gibi olmak gibi bir derdim de yok açıkçası. Geleceği gördüğümü iddia da etmiyorum ama sadece evrenle iletişim kurmayı biliyorum. Hayatta aldığım bir çok kararlarda başarısızım belki, kendi geleceğimi de göremiyorum. Ama tanımadığım insanların acılarını hissedip onlarla acılarını paylaşabiliyorum ve onlardan öğrendiklerimle daha da gelişiyorum. Evimde oturan gereksiz bir kız olmaktansa tüm şehre, ülkeye ve dünyaya yayılarak her dilde konuşmayı, her acıyı hissetmeyi ve en güzeli de bütün mutlulukları tatmayı başarıyorum. Bunları yapmam için bütün prangalarımı atmam yeterli oldu. Hiç bir öğreti veya kuralın içine girmedim sadece insanlara ve dünyaya bakmayı öğrendim.
Gerçek hayata uyarlamak gerekirse yapmanız gereken sadece istemek. Ama hemen olmasını değil zamanı gelince iyi olacaksa olmasını dilemek. Çünkü biliyorum ki evren ve toprak ana çocuklarını üzmek istemez. Siz iyiliğinizi isterseniz ancak o zaman diğer insanlar da iyiliğinizi ister. Herşeyden önce kendinizle iletişim kurun ki başkalarına da hitap etmeyi öğrenin. Öncelikle kendinize aşık olmayı başarın ki size aşık olunmasını beklemeden aşk ayağınıza gelsin. Siz bedeninize iyi davranın ki o da size sağlıklı olarak cevap versin. Herşeyden öncesi de başkasını değil sadece ama sadece kendinizi sevmesini öğrenin. İnanın o kadar iyi geliyor ki kimsenin sizi sevip sevmediği umrunuzda olmuyor ve bununla kendinize evrendeki tüm iyi şeyleri çekmeyi başarıyorsunuz. Para konusunda tek bildiğim ise şimdiye kadar her zaman param varmış gibi harcadım ve cebimden hiç para eksik olmadı. Sadece inanın; başkalarına değil kendinize.
Bakın Serdar Ortaç bile bunun farkında sizin ondan üstün olmanız gerekir ;)
Hala iş arayan daha doğrusu iş bulmanın arefesinde olan bir insan olarak var oluşum, yaptıklarım, isteklerim ve yapamadıklarım üstüne uzun bir süre zaman harcadım. Herşeyden öncesi biliyorum ki içimde kalan birşeyler yok. Herşeyi yeterince yaşadığımı ve ileri dönük planlar yapmak için hazır olduğumu düşünüyorum. Parasız pulsuz, sıkıntılı ama bir o kadar da eğlenceli öğrencilik hayatından sonra artık emeklerimin karşılığını alıp para kazanmak ve mevki edinmek istiyorum. Yeni mezun biri olarak gözüm çok da yükseklerde değil. Daha kendimi geliştirmem gerektiğini ve öğrenecek çok şeyim olduğunu biliyorum. Ülkemizin şartlarında işe istediğim yerden başlayamayacağımı da biliyorum. Ama elimdeki fırsatları en iyi şekilde kullanarak iyi bir başlangıç yapmak istiyorum.
Bu istekler doğrultusunda şu anda yapabildiğim tek şey iyiyi umut etmek ve istemek. Biliyorum ki beni başarıya ve mutlu bir hayata ulaştıracak olan şeyler bunlar. Çünkü her zaman düşünce gücüne, içgüdülerime inandım. Sizi enerjiye inan gibi söylemlerle sıkacak değilim. Sadece metafiziğe inandığımı ve bizim körelttiğimiz içgüdülerimizin gerçek olduğunu söylemek istiyorum. Hayvanların çoğu kez kullanarak haklı çıktıkları bu yöntem bizi terk etmeye başlamışken yeniden gün yüzüne çıkmaya başladı. Kitleleri inandırmak imkansız belki, şu anda sadece sosyetik kadınların inandığı bu durumu düşünürsek belki toprak ana sesini yanlış yere duyurmaya başladı. Ama onu farketmek zor değil. Buna inanan ve hayatını ona göre idame ettiren uzak doğulu milletleri düşünelim. Tabi ki de sadece enerjiye inan ve yan gelip yat diye birşey yok. Mantık ve duygu her zaman var olmalı. Ama nasıl ki mantık ve duygu paralel oldukça mutlu isek enerjiye olan inancımızı da sabit tuttukça mutlu oluruz.
Bahsettiğim fal bakmak veya 7/24 meditasyon yapmak değil. Sadece kendinizi dinlemeyi öğrenmelisiniz. Sadece düşünebilen bir hayvan olduğumuza inanmak beni hiç bir zaman mutlu etmedi. Bir çok keşfedilecek bilimin aramızda görülmeyen kozmik bağla ilgili olduğuna inanıyorum. Bir karınca yuvasındaki binlerce karınca nasıl sürekli birbirlerini tanıyor, tehlikeyi seziyor ise bizim de aynı içgüdüye sahip olmamız lazım. Bunu oturduğumuz apartmanlarda değil, doğayla baş başa kalarak çıplak ayaklarımızla toprakta yürüyüp hissedebiliriz. Kaçınız doğayı kalpten dinlediniz bilmiyorum. Ama gerçekten çok iyi geliyor.
Sen bunu nasıl biliyorsun diyeceksiniz. Ben herşeyden önce evrenin bir parçası olarak doğa tarafından sevildiğime inanıyorum ve ondan istediğim herşeyin karşılığını aldım. Olmayan isteklerimin de bir süre sonra benim için yanlış olduğunu farkettim. Çektiğim acı veya sıkıntıların hatalarımın karşılığı olduğu saçmalığına inanmıyorum. Sadece birşeyleri isterken korkularımı bırakmak yerine endişe duyarak doğayla yanlış iletişim kurduğuma inanıyorum.
Psişik bir insan değilim, ya da Rezzan Kiraz gibi ortalıkta sofra bezi giyip dolaşmıyorum. Üst insan gibi olmak gibi bir derdim de yok açıkçası. Geleceği gördüğümü iddia da etmiyorum ama sadece evrenle iletişim kurmayı biliyorum. Hayatta aldığım bir çok kararlarda başarısızım belki, kendi geleceğimi de göremiyorum. Ama tanımadığım insanların acılarını hissedip onlarla acılarını paylaşabiliyorum ve onlardan öğrendiklerimle daha da gelişiyorum. Evimde oturan gereksiz bir kız olmaktansa tüm şehre, ülkeye ve dünyaya yayılarak her dilde konuşmayı, her acıyı hissetmeyi ve en güzeli de bütün mutlulukları tatmayı başarıyorum. Bunları yapmam için bütün prangalarımı atmam yeterli oldu. Hiç bir öğreti veya kuralın içine girmedim sadece insanlara ve dünyaya bakmayı öğrendim.
Gerçek hayata uyarlamak gerekirse yapmanız gereken sadece istemek. Ama hemen olmasını değil zamanı gelince iyi olacaksa olmasını dilemek. Çünkü biliyorum ki evren ve toprak ana çocuklarını üzmek istemez. Siz iyiliğinizi isterseniz ancak o zaman diğer insanlar da iyiliğinizi ister. Herşeyden önce kendinizle iletişim kurun ki başkalarına da hitap etmeyi öğrenin. Öncelikle kendinize aşık olmayı başarın ki size aşık olunmasını beklemeden aşk ayağınıza gelsin. Siz bedeninize iyi davranın ki o da size sağlıklı olarak cevap versin. Herşeyden öncesi de başkasını değil sadece ama sadece kendinizi sevmesini öğrenin. İnanın o kadar iyi geliyor ki kimsenin sizi sevip sevmediği umrunuzda olmuyor ve bununla kendinize evrendeki tüm iyi şeyleri çekmeyi başarıyorsunuz. Para konusunda tek bildiğim ise şimdiye kadar her zaman param varmış gibi harcadım ve cebimden hiç para eksik olmadı. Sadece inanın; başkalarına değil kendinize.
Bakın Serdar Ortaç bile bunun farkında sizin ondan üstün olmanız gerekir ;)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)